Köy kalkındırma projeleri

2 1 0
                                    

     Köy hayatına alışmak hiç de zor olmamıştı. Herkesle o kadar çabuk anlaşıp kaynaşmışlardı ki dışarıdan bakan biri, onları uzun zamandır bu köyde oturuyor zannederdi. Hele Şebnem'i bir görseniz... Ayağında şalvar, bazen de yöresel giysi feraceyle tam bir köylü kızı gibiydi. Daha havalar kış gittiğinden pek bir yerlere çıkmasa da bahçe işleri ile uğraşmaktan kalan zamanda, kendi gibi genç gelinlerle lâflamak çok hoşuna gidiyordu. Metin ise başka havalardaydı. İlk işi, etrafı biraz inceledikten sonra bakmış ki fakir olan köyün gençlerinin tek eğlencesi, kahvehanelerdi. Gündüz ise, varsa yoksa top peşinde koşmak. Evlerde birkaç zenginde hariç, kimsede bilgisayar yoktu. Köyün ileri gelenlerinin de görüşlerini alarak, köy kahvesinin küçük olanını tahsis ettirip, Bursa'dan bir internet kafenin değiştirdiği ikinci el bilgisayarlardan on tane alarak, köye hediye etti. Onları yüksek güvenlikli virüs proğramı ile donatıp, zararlı sitelere erişimi engelledikten sonra, canla başla eğitim vermeye başladı. Her yerde illâ ki olmazsa olmaz birkaç eski kafalı, 'bu gâvur icadı gençlerimizi zehirliyor. Çıplak karı kız resimlerine bakıp ahlâkları bozulacak' dese de her şeyin bilincinde olan halk, onları susturmayı bilmişti.
     Öğrenmeye o kadar çok heves vardı ki Metin bile şaşırmış, bu konuda başka neler yapılabileceğine kafa yormaya başlamıştı. Şebnem'e de konuyu açıp ona yardım etmesini teklif edince, hiç düşünmeden kabul edip birlikte köyün gençlerine bilgisayar öğretmeye başladılar. Talep umduklarından çok olunca, Metin mecburen salonu üçe böldü. Bilgisayarların dördünde erkekler, dördünde bayanlar, ikisinde de okul öğrencileri çalışacaktı. İlk günler yorulsalar da öğrenmeye aç bu gençler işi çabucak kavradılar. Öğrenenler diğerlerine öğretmeye başlayınca, Metin'le Şebnem aradan çekilip, yaptıkları işin ne güzel bir şey olduğunu görüp, karşıdan gururla gençleri seyrediyorlardı.
     Metin gülerek kahvenin köşesindeki bir yeri gösteriyordu. "Şebnem bak görüyor musun Mehmet dayı bile heves etmiş, Sarsak İsmail'in oğlunu nasıl da itekleyip duruyor sandalyeden kalksın diye."
     "Yaa, ne iyi ettin de düşündün bunu. Köyün genç kızları nasıl seviniyor bir bilsen. 'Abla, biz ne kadar cahil kalmışız, Metin abiden Allah razı olsun' diyorlar."
     "Cahil onlar değil aslında, biziz," dedi Metin başını sallayarak. "Tüm halk olarak cahiliz, şu kadar işi bile düşünemiyorsak... Ne bileyim, yapmak mı istemiyorlar milletin gözü açılmasın diye. Çok değil, beş altı bin YTL. ile bu işi hallettim." 'YTL' sözüne bir türlü alışamamıştı Metin. Her söylediğinde rakamları karıştırıyor gibi geliyordu. Ee, yıllardır milyonlara milyarlara alışan Türk Milleti, yıl başında paradan altı sıfır atılınca, apışıp kalmıştı. Ama iyi de olmuştu. Öyle veya böyle alışılacaktı.
     Karşıdan Mehmet dayı ile köyün genç imamı Yusuf'un masalarına doğru geldiklerini gören Metin, saygılı bir tavırla ayağa kalkıp misafirlerini buyur etti. "Hocam buyurun."
     "Lütfen Metin Bey, rahatsız olmayın. Köyümüz insanlarına böyle güzellikler kazandırdınız ya ikiniz de cennetliksiniz. Köyüm adına size minnettarlığımı bildirmeye geldim. Ayrıca Mehmet dayının sizden bir ricası olacak." deyince, Metin soran gözlerle baktı, gülümsedi. O da "Korkma Metin'im, senden başka bir şey isteyecek yüzümüz mü kaldı Allahaşkına?"
     "Estağfurullah Mehmet dayı, o nasıl söz! Beni bilirsin, sen emret yeter."
     "Yok, yok... Öyle bir şey değil. Biz hoca efendi ile konuştuk, diyoruz ki; Haftada bir gün cuma namazı kılındıktan sonra, şöyle birkaç saat camide bulunan herkese, senin yardımlarınla, hoca efendi ile beraber internet üzerinden, sadece dini konularda bilgi versek nasıl olur? Ha, ne dersin?"
     "Dayı, olmasına olur da..."
     "Aması ne?"
     "Şey, bugünlerde moda zaten. İrticacı falan diye şikâyet etmesinler sonra. Beni karıştırmayın, hocam zaten zehir gibi maşallah! İnterneti kullanırken gördüm, burada onun eline kimse su dökemez bu konuda." Mehmet dayı, Metin'in gözlerine bakınca onun bu işe hevesli olmadığını anladı. Zaten çocuğu fazla da sıkıştırmanın bir anlamı yoktu. Dediği doğru olabilir, onun köye gelmesini çekemeyen birkaç zibidi başını ağrıtabilirdi. "Kalk hocam, iş başa düştü," dedi Mehmet dayı. "Bu işi ikimiz halledeceğiz, yine de senden Allah razı olsun oğlum. Köy halkına bu hizmeti getirdin ya... Daha ne diyeyim."
     Metin, alışık olmadığı iltifatlar karşısında kızarıp bozarıyordu. Mehmet dayı ile Yusuf Hoca, Metin'in ve Şebnem'in elini sıkıp masadan ayrılırken, işe nereden başlayacaklarının plânlarını, ayrıntılı bir şekilde yapmışlardı bile.
     Metin'in dalıp gittiğini gören Şebnem, onu dürtükleyerek hayallerinden ayırdı, "Ha... Ne? Ne oldu?" diye tepki gösterince, yüzünde tatlı bir tebessümle "Ne olacak, daldın gittin. Hayırdır?" dedi Şebnem. "Ya, şeyi düşünüyorum da. Bu köylük yerde bize de meşgul olabileceğimiz bir iş lâzım. İnternet işi artık tamam, gerisini muhtarla ihtiyar heyeti götürür. Arada sırada eksik gediklerini tamamlarız da..." derken kafasından bazı düşünceler geçtiği belli oluyordu Metin'in.
     "Ee?"
     "Bizim de ufaktan gelir getirecek, evin geçimini sağlayacak acilen bir iş kurmamız lazım. Biliyorsun, banka işini tamamen Sedat abiye bırakmıştık. Elimizdeki birikim bizi bayağı idare eder ama ya sonra?" Şebnem, Metin'e hak veriyordu. Ama burada masraflar o kadar azdı ki. Gerçi çiftçilik yapıp para kazanamazlardı. Burası bir orman köyüydü. Odunculuktan da anlamazlardı. Metin böyle konuştuğuna göre, aklında bazı plânları vardı herhalde.
     "Sen ne düşünüyorsun bir tanem?"
     "Diyorum ki; bu köyün bakir, müthiş bir doğa güzelliği var. 'Suuçtu Şelalesi' zaten bir ömür. Bir ara internette gezinirken farkettim, şehir yaşamından bıkan insanlar böyle yerlere hasret. Salim'le ormanda gezerken, patika yollardan, kayın ağaçlarının arasından, dere kenarlarından, vadilerden geçip tekrar köye döndüğümüzde, bu gezintiden müthiş haz almıştım." Şebnem'in öylece dinlediğini görünce biraz durakladı ama Şebnem ikaz etti onu. "Devam et, seni dinliyorum."
     "Ne diyordum? İşte bu fikir kafamda o zaman oluşmuştu. Ben hoşlandığıma göre, başka insanlar niye sevmesin ki?" Şebnem, ilgi ile Metin'i dinliyordu şimdi. "Anlamadım, neyi sevecekler?" diye sordu merakla. "Diyorum ki ben gezintiden bu kadar haz aldıysam, kimbilir şehir stresinden sıkılmış insanlar, böyle yerlerde bir günlerini geçirmek için neler vermezler." Şebnem'in kafası iyice karışmış, hiçbir şey anlamamıştı. 'Sen ne diyorsun, anlamıyorum' der gibi baktığını görünce, açıklama yapma gereğini hissetti Metin. "İlk önce bir ön hazırlık yapıp, zorluk derecesine göre değişik yürüyüş parkurları işaretleyip, haritalarla yerlerini, mesafesini, mola yerlerini belirledikten sonra, en son olarak Suuçtu'da yapılan balık ziyafeti sonrası, dönüş yolundan köye dönerek turu tamamlamak... Ne dersin?" deyince, Şebnem iki elini yana açarak konuştu. "Vallahi patron sensin, düşünce senin. Bana eyvallah demek düşer." dedi ama Metin kendini anlatmaya öylesine kaptırmıştı ki hayalinde o yerleri geziyor gibi anlatıyordu. "Tura katılanların yaş ortalamalarına göre değişik parkurlar seçilip, başlarına da köyün gençlerinden rehber verdik mi, tamam. Oldu bu iş! Ben de internet üzerinden bir web sayfası hazırladım mı gerisi çorap söküğü gibi gelir. İlk zamanlar pek iş olmaz ama bir de tutturduk mu, sen o zaman bak!"
     Şebnem de inanmıştı bu işin olacağına. "Doğru diyorsun. Hem de köye, bir gelir kapısı açılmış olur. Köylü de meyvesini sebzesini pazarlar, buralarda otantik kafeler açılır, belki otel bile yapılır." Şebnem çok hızlı gidiyordu. Gülümsedi Metin, "Dur, dur! Hayal kurmaya başlama," diyerek kesti onun sözünü. "Biz ilk olarak, şu tur işini ayarlamadan önce Salim'le bir hafta kadar etrafı dolaşıp, yürüyüş parkurlarını işaretleyelim bakalım."
     Bu konuşmalardan şüphelenen Şebnem, merakla sordu; "Senin kafanda bazı plânlar var galiba?"
     "Geçenlerde 'Kocataş' diye bir yere gitmiştik, harika bir doğası vardı. Suyu iyice azalmıştı ama dere içinde kanyon şeklindeki bir vadide, muazzam kayalıklar vardı. Orasını en zor parkur olarak işaretleyip, dağcılığa meraklı gençleri buraya yönlendiririz." Metin'in anlattıklarını duyunca, Şebnem bir hayli şaşırmıştı. "Ooo, sen bu işi bayağı önceden plânlıyormuşsun da haberim yokmuş. Sen ne saman altından su yürütensin sen!" deyince, Metin gülümsedi, "Yok bir tanem ya, ne plânı yapacağım?" dedi. "Gezdiğim yerler aklıma geldikçe, kafamdakileri yerine oturtmaya çalışıyorum, o kadar."
     Şebnem, Metin'in ellerine uzandı, onları minnetle sıktı. Bu çocuk cevherdi, saf altındı. Hem de yirmi dört ayar. Allah onunla yaşamayı Şebnem'e kısmet etmişti, daha ne isteyebilirdi ki bu hayattan? Beraber, kolkola internet salonundan çıkarlarken, içerideki herkes onların aşklarına gıpta ile bakıyordu.

     On gün gibi bir sürede yapılan sıkı çalışma sonucu, biri zorlu olmak üzere, dört parkur belirlediler. Hele birisi çok kolaydı. Yaşı geçkince olanlar için birebirdi. Bu kolay parkur, şelaleye giden asfalt yolun kenarından devam edilerek, kısa aralıklarla verilen üç mola ile tamamlanacaktı. Metin düşündüğü gibi, zorlu parkuru köyün aşağısındaki 'Çavdar Tarlası' mevkiinden başlatıp, Kocataş deresinin geçtiği dar kanyondan yukarılara doğru dere içinden çıkılıp, eski hidroelektrik santralinde verilen kısa bir molanın ardından, bir iki kilometre daha orman içinden gidilerek, Suuçtu Şelalesi'ne ulaşılacaktı. Diğer iki parkurdan biri, Suuçtu'da son bulan ve ormanın içindeki patika yollardan ulaşılan bir parkurdu. Bir diğeri ise daha uzun olup, şelalenin çok yukarılarına, Çataldağ'a devam edilip, geri dönüldüğünde tekrar şelaleye uğranılacak ve moladan sonra dönüş yoluna geçilecekti. Tüm parkurlarda, dönüş için asfalt yol kullanılacak, doğal güzellikleri seyrederek köye dönüş gerçekleştirilecekti. Metin, elinde bir sürü kâğıtlar, plânlar ile verandada sallanan sandalyeye uzanmış uğraşırken, Şebnem'in arka taraftan sinsice sokulduğunu farkedemedi.
     "Bir tanem bir şey ister misin?"
     "Ha! Ne? Korkuttun beni, dalmışım."
     Şebnem, kocasının arkasından sevgiyle sıkıca sarıldı. Ensesine sıcacık, buram buram aşk kokan tatlı bir öpücük kondurunca, Metin'in içi gıcıklandı, "Benimle uğraşma, çalışıyorum burada." dedi ama bu davranışı hoşuna gidiyordu. Metin'in söylediklerini duymamış gibi davranan Şebnem, kocasının ağzını açmasına fırsat vermeden, onun elinde bulunan kâğıtları usulca çekip sehpanın üzerine bıraktı. Arkasından çabuk bir şekilde ata biner gibi kucağına oturuvermişti. Şimdi ayakları ile yerden hız alarak ritmik bir şekilde sandalyeyi bir ileri bir geri sallıyor, Metin de göğsüne yaslanan onun kışkırtıcı doğal kokusunun vermiş olduğu hazla, parkur plânlarını falan unutup, yüzünü, boynunu öpücüklere boğuyordu.
     Dakikaların nasıl geçtiğini anlamamışlardı bile. Neden sonra aşk sarhoşluğundan uyanmışlar, başladıkları iş yarım kalmaması için Metin, Şebnem'i bir çırpıda kucaklayıp içeri taşırken, az sonra beraber geçirecekleri aşk dakikalarının heyecanı, daha şimdiden ikisinin de bacaklarını titretmeye yetiyordu.

ADIM SARI AÇIK SARIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin