Sırtlan hemen o günün sabahı polis ve jandarma karakollarını tek tek dolaşmış, civardaki tüm otel kayıtlarını incelemiş, en ufak bir ipucu bulamayınca, kös kös İstanbul'un yolunu tutmuştu. Celal'i bir kaşık suda boğası geliyor ama yurt dışında olsun, Güneydoğuda olsun, beraber birçok iş(!) bitirdiklerinden pek hırpalamak istemiyor, öfkesinden içi içini yiyiyordu. Celal de Sırtlan'ın bu ruh halini çok iyi bildiğinden, İstanbul'a kadar koltukta devekuşu gibi başını önüne eğmiş, suçluluk psikolojisi içinde hiç ses çıkarmadan, yollarına devam ediyorlardı.
Sırtlan, araç içindeki ölüm sessizliğini bozdu. "Oğlum baksana. Yalova'ya girince Termal yönüne gir," diye talimat verdi şoföre. "Bizim Selahattin'in yanına uğrayalım. Birkaç gün misafiri olalım bakalım." dedi. "İyidir Selahattin. Bize yamuğu yoktur, devlet yanlısı olan sağlam babalardandır. Ayrıca bu Tilki Selim'den de hiçbir haber yok ne zamandan beri. İtirafçı mitirafçı ayağına yatıp biraz bilgi verdi, sonra da ortadan kayboldu. Aldığım bilgiye göre, altında manda kasa beyaz bir mercedes, Yalova'da falan geziyormuş. Gelen haberlere göre, ordudan atılma bir astsubayla beraber, Çınarcık yolu üzerinde Ormanköy denilen bir yerde fırın açacaklarmış."
"Abi o fırından ne anlar?"
Sırıttı otuz iki dişini göstererek Sırtlan. "Ne bileyim lan, senin arkadaşın işte. Oğlum Celal, hiç mi bir bok öğrenemedin en iyi arkadaşından. Ona kamuflaj derler oğlum, anlasana. Kimbilir ne halt yiyecekler. Sen ne biçim PKK itirafçısısın lan!"
"Abi bana öyle PKK falan deme bak, kalbimi kırıyorsun."
"Hadi lan ordan! Tilki Selim'le ikinizi Şırnak'ta bir köyde, samanlıkta kıstırmadım mı? Sonra ikinizi bülbül gibi öttürmedim mi... Ha?"
"....."
"Tabii, susarsın değil mi?" dedi ama arkadaşını da bozmak istemyordu fazla. "Neyse, anlaşılan bizim Tilki buraları da haraca bağlayacak. Gördüğüm kadarıyla burada o potansiyel var. Akaryakıt istasyon sahiplerinin hemen hemen çoğu doğulu. Büyük esnaflardan da var doğulu olan... Mütahitler, marketçiler falan." deyince, Celal de bir şeyler konuşmuş olmak için konuştu. "Abi, karı marı işleri de burada o biçimmiş. Geçenlerde öylesine duymuştum da."
"Tabii oğlum, o işte çok para var. O iş için buralar çok müsait bildiğim kadarıyla. Yalova'nın merkezi küçük ama turistik belde olduğundan yerleşim yeri çok dağınık, baksanıza. Eh, bu etraftaki bölgeler de jandarma bölgesi olunca... Biliyorsunuz, jandarma bölgesinin kontrolü çok zordur." dedi bilmiş bir şekilde ve dişlerinin arasından konuştu. "Selim bu, boşuna ona 'Tilki' dememişler. Paranın kokusunu aldı mı, hemen tezgâhını kurar, bakar dalgasına. Ama birkaç aydır ne arıyor ne soruyor. Biz bu sarı orospunun derdine düşünce, onu unuttuk sanıyor."
"He abi..."
"Emanetleri geciktirdi şerefsiz Tilki. Bizim de dağıtacağımız, gönlünü hoş edeceğimiz yerler var. Ne demiş atalarımız? Biri yer biri bakar, kıyamet ondan kopar" diye anlatırken Sırtlan, o sırada Yalova girişine gelince, Termal yönüne dönen kavşaktan içeri girmişler, arka yoldan hızla devam edip, dar ve etrafı kalın çınar ağaçları ile çevrili bir yoldan ilerliyorlardı. Yolun her iki tarafını bu kalın çınar ağaçları sınırladığından, buralar ne kadar gelişirse gelişsin, Termal'e giden yolu genişletemiyorlardı. Bir rivayete göre, bu çınar ağaçlarını Atatürk diktirdiğinden, onları keserek yolu genişletmeye kimse cesaret edemiyormuş.
Sırtlan şehre girer girmez Selahattin'i arayıp geldiklerini bildirdiğinden, villanın giriş kapısının önünde adamları sürü halinde onları karşıladılar. Araçtan inip, şıkır şıkır parıldayan, özenle dizilmiş yuvarlak taşlardan yapma bir yaya yolu üzerinde ilerleyince, saray yavrusu gibi iki buçuk katlı bir evin önünde bekleyen Selahattin, Sırtlan'ı samimi bir şekilde karşıladı. İçin için bu Sırtlan'ı pek sevmese de bazen maddi çıkarları kesiştiğinde, birbirlerine yardımları dokunuyordu. Birden onu gördü yanında. Sırtlan'ın arkasındaki PKK artığı Celal'e boka bakarmış gibi baktı ama mecburiyetten onun da elini usulen sıktı. Geldi, karnının ortasına bir yumruk oturmuştu Celal'i görünce. Selahattin'in, devletin bu politikasına hiç aklı basmıyordu. Üç kıçı kırık bilgi verdi diye, devlet bunlara niye bu kadar paye veriyordu, anlaşılır şey değildi. Ona kalsa, bilgiyi aldıktan sonra kafalarına birer tane sıkar, olur biterdi. Kimbilir kaç kahraman askerimizin kanını içmiş bu itirafçı pezevenkleri gördükçe, kendini zor tutuyordu.
Sessizliği Sırtlan bozdu... "Ee Selahattin kardeş, işlerin nasıl?"
"Ne olsun, işte bildiğin gibi..." derken, Sırtlan'ın koluna girip merdivenlere yürüdü. "İhaleler, kamu banka işleri falan. Temiz işler." deyip durakladı ve "Hayırdır, senin buralarda pek işin olmazdı, gelir geçerdin?" diye sormak ihtiyacını hissetti. Sırtlan zoraki sırıttı. "Bizim Tilki Selim buralarda bir dalavere çeviriyormuş, bir bakayım dedim." Selim'in adını duyunca sırtından bir ürperti geçti. O da tam bu konuyu açacaktı. "Bak, ben de sana tam bunu söyleyecektim," diye lâfa girdi Selahattin. "Üç dört aydır PKK'ya yardım toplama ayağına, doğulu esnaflardan yüklü miktarda para sızdırdığının haberini aldık. Seni aradım işlerin varmış, ulaşamadım. Hatırın için ellemedim ama bana gerek kalmadan Yalova emniyeti işe el attı bildiğim kadarıyla. Ama polis el atsa ne olacak ki! Sadece esnafı sıkıştırdıklarıyla kalacaklar. Doğunun adamını sen de bilirsin, 'kol kırılır yen içinde kalır' deyip, ser verip sır vermezler bunlar. Onların kitabında racon böyledir. Çünkü tekrar başlarına ne geleceklerini çok iyi bilirler, niye anlatsınlar ki? Bu defa Tilki olmaz da bir başkası olur. Ha Tilki ha bir başkası."
Selahattin anlattıkça, Sırtlan dişlerini sıkıyordu habire. Belli ki Tilki Selim'in buradaki icraatlarından haberi yoktu. Demek ki tezgâhı çoktan kurmuş, parsayı tek başına topluyordu. Vay vay vay. Yok öyle! Yalnız yedirmezler adama, kılçık boğazında kalıverir sonra. Sırtlan'ın kafasında düşünceler uçuşurken, Selahattin anlattıkça anlatıyordu. "İstese emniyet Tilki Selim'i bulup çağıramaz mı? Bal gibi çağırır çağırmasına da... Çağıramaz. Çünkü adam direk cepten Ankara'daki üst düzey istihbarat emniyet yetkililerinden Avcı'yı bile arayabiliyor. Emniyettekiler niye durup dururken başlarını derde soksunlar ki?" diye dert yanarken, canı sıkkın gibiydi bu durumdan. "Geçenlerde senin Tilki'yi trafik ekipleri kimliği olmadığından almış. Emniyet Müdürü, bizim Ali abi var. Ankara'ya sordurunca 'bizden' demişler. Anla işte. Bir şey olmayacağını emniyet teşkilâtı da çok iyi biliyor. O yüzden senin anlayacağın iki ucu boklu değnek yani."
Selahattin'in bu konuşmaları, Sırtlan'ı boğacak gibi oluyordu. Dişlerini sıkarak, ıslık gibi bir ses tonu ile konuştu. "Doğru, birkaç yıl önce ona İstanbul Emniyetinde yardımcı hizmetli olarak çalışıyormuş gibi sahte kimlik kartı hazırlatıp vermiştim. Herhalde buralarda o tarihi geçmiş kimlikle idare ediyor hâlâ pezevenk! Neyse, içeri geçelim artık. Bunlar herkesin içinde ayaküstü konuşulacak mevzular değil."
İki zoraki eski dost giriş kapısına yönelince, korumalar hemen salonun geniş kapılarının ikisini de ardına kadar açtılar. İçeride, odanın bir köşesinde doğal taşlardan ve eskitilmiş tuğlalardan yapılma bir şömine bütün azametiyle yanıyor, önüne kocaman bir kara ayı postu atılmış, diğer köşede ise mükemmel bir bar göze çarpıyordu. "Geç içeriye de biraz soluklan," diyerek yol gösterdi Selahattin. "Sonra hep beraber, senin şu Tilki'nin her akşam takıldığı mekâna gideriz." deyince, "Yok Selahattin yok, beni iyice şişirdin," dedi Sırtlan yüzünü sıvazlayarak. "Şiştim ben, duramam şimdi. Sen beni bir an önce oraya götürmezsen, inan içim rahat etmez." Sırtlan'ın gözündeki çakmak çakmak öfkeyi sezen Selahattin, adamlarına bir göz atıp, araçların hazırlanması emrini vermişti.
Dört araçlık konvoy, şimdi Termal'in içini boydan boya geçip, Çınarcık'a doğru yol alıyordu. Bir müddet ağaçlıklı, dolambaçlı dar yolları geçen konvoy, karşı tepenin üzerinde 'Yaşar'ın Yeri' gözükünce, sağa çekip durdu. Onun Celal'i tanıyacağını bildiği için, kontrol amacıyla Selahattin'in adamlarından birini gönderdiler. Aynen tahmin ettikleri gibiydi. Tilki ortağıyla beraber, yanlarına aldıkları iki kadınla birlikte, içeride âlem yapıp eğleniyordu. Vur patlasın, çal oynasın.
Sırtlan sinirli sinirli başını salladı. "Şimdi anlayacağız bakalım Tilki efendi, bana ne kadar sadıksın göreceğiz." dedikten sonra torpidodaki telefona uzanıp, peşpeşe çevirdi numaraları.
"Alo Selim... Koçum, nasılsın?"
Önce ahizeden bir ses çıkmadı. Sırtlan'ın birden böyle pattadanak araması onu şaşırtmıştı herhalde. Önce kesik kesik bir öksürük sesi duyuldu. Ardından kısa bir sessizlikten sonra, eski kurt çabuk toparlanmıştı. Şimdi sesinde biraz telâş sezilse de heyecanlanmamaya gayret ediyor, ona açık vermemeye çalışıyordu. "Oo... Sırtlan kardeş, araman sürpriz oldu benim için," derken, sesi tedirgin çıkıyordu. "Seni de ihmal ettik vallahi, bir türlü arayamadım. Bizim işleri biliyorsun işte. Bir oluyor, bir olmuyor. Uygun iş deviremeyince, arayıp moralini bozmayayım dedim. İşleri bir rayına oturtayım... Biliyorsun." O Tilkiyse, karşısında Sırtlan vardı. "Önemli değil Selim, ben de Ankara'dayım," dedi şüphelendirmemek için. "Arada sırada siyasilere gözükmeden olmuyor, bilirsin memleket meseleleri... Her zamanki rutin işler." dedikten sonra hâlini hatırını sorup ortamı yumuşatıyordu. "Sen ne yapıyorsun? Kendinden bahset. Duyduğuma göre Yalova taraflarında görmüşler seni, hayırdır?" dedi ve bir şeyler duyduğunu ima etti. "Benim bilmediğim yeni işlerin mi var yoksa orada? Bak, eğer yeni bir şeyler bulduysan, benim de payımı ayırmayı unutma ha!"
Tilki bu... Yağ üstüne yağ çekiyordu. "Unutur muyum hiç şefim? Hem de Sırtlan payı. Bilmez miyim?" dedi ve kendini acındırma moduna geçti. "Ama inan yok öyle bir şey, bildiğin gibi değil. Bu günlerde ufak tefek gruplar nerde bir iş bitirseler, adımı veriyorlarmış. Buralarda biraz isim yaptık ya hemen kullanıyorlar. 'Tilki Selim'in selâmı var' deyip, 'sakal' alıyorlarmış Kürt esnaftan. Şimdi ise, İstanbul'da arkadaşlarla beraber salaş bir birahanede boş boş oturuyoruz. Benim günahımı almışlar şefim. Bilirsin, senden habersiz sıçmaya gitmem. Senin sözündü bu, unuttun mu?"
Öfkesini belli etmemeye çalışıyordu Sırtlan. "Oldu o zaman Selim, pek yakında görüşürüz." dedi ama lâfı sokmaktan da geri kalmadı. "Haa... Öyle takıldığın yerler pek tekin değildir, hiç anlamazsın birisi namluyu ağzından sokup, mermiyi götünden çıkarıverir. Karışmam bak."
"...?"
Sırtlan telefonu sertçe kapatıp cebine koydu. Göreceğini görmüş, duyacağını duymuştu artık. Termal yönünden gelen konvoy, gecenin karanlığında yavaş yavaş Yaşar'ın Yeri'ni geçip, Çınarcık sırtlarına doğru sessizce kayboldu gitti...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ADIM SARI AÇIK SARI
General FictionBu kitapta anlatılanlar tamamen hayal ürünü olup, Türkiye'nin 90'lı yıllarda içinden geçtiği, kaos ortamının kurgulanmış halidir. Anlatılanların; gerçeklerle, bahsedilen olaylarla ve kişilerle, uzaktan yakından hiçbir bağlantısı yoktur. Romanda geçe...