Tilki postu

3 1 0
                                    

     Yalova'nın bu dingin, iyot kokulu havası Sırtlan'a iyi gelmişti. İki gündür sağolsun Selahattin onları Arap kralları gibi ağırlamış, bir dediklerini iki etmemişti. Ama misafirlik bir yere kadardı. Her ikisinin de yapacak işleri olduğundan, "Yolcu yolunda gerek." diyen Sırtlan izin istemiş ve aşırı milliyetçi kesimin çok bildik, o göstermelik 'Allah korusun' temennileriyle, abartılı 'kafa tokuşturarak' ayrılmışlardı.
     Sırtlan şimdi feribotta giderken Tilki Selim işini düşünüyordu. 'Ulan, o kazık atılacak adam mıydı, bunun hesabını sormaz mıydı?' Ellerini oğuşturuyor, sanki hırsını ondan alırmışçasına, çay bardağını sinirli sinirli elinde çeviriyordu. Celal de göz ucu ile onu süzerken, 'feribotta bir delilik yapmasa bari' diye içinden geçirip, sağ salim karaya varabilmek için, bildiği bütün duaları içinden sıralıyordu.
     "Celal! Biz bu yavşağa ne yaptık? Bu bölgenin sorumluluğunu verip kötülük mü ettik? Orospunun dölüne bak sen! Bir de bizimle taşak geçiyor! Neymiş, İstanbul'da bir birahanede arkadaşlarıylaymış da... Ah Ulan ah! Ben Selahattin'in misafiri olmayacaktım ki... Ah... Ah!"
     Celal kısık sesle, "Abi sinirlenme, hallederiz." dese de Sırtlan'ı bu gibi konularda ikna etmek zordu. "Abi bana bırak sen, şimdi onu ararım, 'İstanbul'da acil işimiz çıktı, yarın ordayız' dedim mi arabasına atlayıp şıp diye kucağımıza geliverir. Ondan sonrası senin bileceğin iş." İyice hırslanmıştı Sırtlan. "Tamam ulan Celal! Bu işi bitirelim oğlum, hem de tez elden," diyordu gözlerini belerterek. "Yoksa teşkilâtta benim Tilki'den kazık yediğim duyulursa, biterim. Çağır o yavşağı da kendi yöntemimizle halledelim ki böyle düşünen başkaları da varsa, ders olur onlara da."
     Feribottan inip yola koyulduklarında, konuştukları gibi, Celal telefonla Tilki'yi arayıp, 'yarın İstanbul'da olacaklarını' bildirdi. Tilki Selim hiçbir şeyden şüphelenmeyip, "Geldiğinizde cepten çaldırın, buluşuruz." deyince, Celal Sırtlan'a göz kırpıp telefonu kapadı...
     "Oldu bu iş, Tilki kafeste."

     O gece evinde iyice dinlenen Sırtlan, ancak öğleden sonra uyandı. Uyanır uyanmaz da Celal'i çağırdı. "Celal, hazırlan çabuk. Bu işi ikimiz bitireceğiz. Başka kimseyi istemiyorum. Yalnız bayıltıcı silâh, ya da başka bir şey al yanına. Çaktırmadan uygun bir yerde ensesine sıkalım. Biliyorsun, herif yarma gibi. İkimizin kilosunu toplasalar o kadar etmeyiz. Sonra bok yoluna gitmeyelim."
     "Sen merak buyurma şef. Kelepçe falan, her şeyi hazırlarım şimdi."
     Sırtlan da telefonuna sarıldı bu arada, "Dur, ben de şu Tilki'yi arayıp iyice kafesleyeyim." deyip bastı tuşlara. Sesine samimi bir hava verdi... "Alo! Selim, ne yapıyorsun?"
     "Ooo. Abi, ne zaman geldiniz?"
     "Oğlum, akşam geldik ama seni rahatsız etmeyelim dedik. Gece gece işlerin vardır belki, ne bileyim, anlarsın ya." dedikçe, Tilki iyice yavşıyordu. "Abi, aşk olsun ya! Bak kalbimi kırıyosun."
     "Tamam o zaman, bu gece buluşalım da telâfi ederiz."
     "Emrin olur abi, hemen adamımı gönderip sizi aldırtıyorum. Yerinizi bildirin yeter. Heyt be! İstanbul bu gece arslan görsün."
     "Yok yok... Fazla tantanaya gerek yok " dedi Sırtlan. "Ben, sen, Celal üçümüz. Ha! Ne dersin?"
     Tilki kafese giriyordu. "Tamam abi. Sen nasıl dersen."
     "Eski günlerdeki gibi. Sen bize yerini bildir," dedi Sırtlan ama vazgeçti. "Yok hayır... En iyisi kimse İstanbul'a geldiğimi bilmesin. Bin sen taksiye, Eminönü'ne gel. Biz seni oradan alırız. Ondan sonra doğru Çatalca'daki yerimize. Aman kimseye nereye gittiğimizi söyleme. Yanındakiler az dedikoducu pezevenk değildir."
     "Tamam abi ya, ayıp ettin. Uçar gelirim ben şimdi. Biraz sonra görüşmek üzere o zaman. Hoşçakalın."
     Sırtlan telefonu kapayıp yavaşça cebine koyarken, yüzünde o bilinen korkunç ifade belirdi. Gülümsüyor muydu yoksa kızıyor muydu bilinmez, çünkü bu ifade bambaşkaydı... Sırtlan bakışı. Celal'in içi bir başka oldu. Çünkü bu bakışın ne anlama geldiğini çok iyi biliyordu. 'Tilki Selim'in vay haline' diye içinden geçirdi.
     "Abi, araba hazır" dedi Celal. "Şüphe çekmeyelim diye koyu renkli yerli arabayı aldım."
     "İyi, iyi... Paltomu ver, şu işi bitirelim artık."
     Lacivert renkli, kamuflaj olsun diye bir aydır kaportası su yüzü görmemekten plâkası çamurlu, yazıları silik zor okunan bu dökük araba ile akşamın alaca karanlığında, horultulu motor sesiyle villadan çıktılar.

ADIM SARI AÇIK SARIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin