Akşam tekrar tekrar arayan İki Numara, yarın saat 11.00'de Bir Numara tarafından beklendiğini ısrarla hatırlatınca, Sırtlan durumların iyi gitmediğini sezmişti ama yapacak birş ey yoktu. Onun gibiler için dünya küçüktü. Sonu nereye varırsa varsın, itaat etmek zorundaydı. Bu son olaylardan sonra, iyi bir azar işiteceğini tahmin ediyordu ama en azından bunu İki Numara yapardı. Şimdiye kadar Bir Numara ile teması olmamıştı.
Sabah gün doğmadan yola çıkan Sırtlan, daha gün ışımadan İstanbul'u çıkmış, Ankara'ya doğru hızla yol alıyordu. Yanına hiç kimseyi almamasını ısrarla tembih etmişti İki Numara. Siyah takım elbiselerini giymiş, içine de ipek siyah gömleğini giyen Sırtlan, yüzündeki derli toplu üç günlük sakalı ve gözündeki pahalı siyah güneş gözlüğüyle, film karesinden çıkmış aktörlere benziyordu. 'Zaten şu dünyada hepimiz birer aktör değil miyiz? Herkes kendine biçilen rolü oynayıp, bu dünyayı terketmekte' diye içinden geçirdi. Bu sözü sanki bir yerlerden duymuştu ama şimdi çıkartamıyordu, her neyse.Ankara girişinde, İki Numara'nın talimatıyla, çevre yolunda önüne düşen bir sivil eskortu izlemekteydi. Çoktandır Ankara'ya gelmeyen Sırtlan, buraların nasıl değişmiş olduğunu hayretle gözlemliyordu. Önünden yokuşu dönen eskort, sanki onu bildik bir yere götürüyor gibiydi.
Neden sonra girdikleri binanın otoparkında alışık hareketlerle aracını parkedip, içerdeki merdivenleri iki koruma ile birlikte çıkan Sırtlan, gençlik yıllarında gizli olarak iki yıl özel ders aldığı bu yeri nasıl unutabilirdi? Buraya geleceği aklının ucundan bile geçmiyordu. Bildik geniş koridorlardan geçip, büyük salona ulaştı. Korumalar burada oturmasını söyleyip, geldiğini bildirmek için birisi yukarı kata çıktı. Birkaç dakika sonra tekrar aşağıya gelen koruma, makamda beklendiğini söyleyip merdivenlerden yukarı çıktılar. Sırtlan şimdi şaşkınlık içindeydi. Çünkü yukarıda o yıllarda kimin oturduğunu gayet iyi biliyordu. İki yıl boyunca değil buraya çıkmak, korumalar merdivenlerin yanına bile yaklaştırmıyorlardı. Makam odasının azametli, devasa kapının önüne gelip durdular. Korumalardan biri zili çalınca kapı hafifçe aralandı ve Sırtlan içeri çağrıldı. Kapı kapanınca, korumalar dışarıda kalmıştı.
Şimdi Sırtlan'ın bulunduğu yer, makam odasına geçmeden önce, gelen misafirlerin bekletildiği giriş salonuydu. İçeri girişteki kapı kapalıydı. Kapının önünde duran iki kişi, el işareti ile onu yanlarına çağırınca, uysal kedi gibi itaat etti Sırtlan. Hep düşünürdü de bir türlü cevabını bulamazdı bunun. Bu tipteki adamları nereden, nasıl bulurlardı bilmem. 'Sanki özel imalat mı yapıyorlar' diye, aklına garip düşünceler geliyordu. Bunlar insan azmanı değil, daha ötesi bir şeydi. Birer hilkat garibesiydiler sanki. Hatta birisinin cüssesi, nerdeyse Sırtlan'ın üçü gibiydi. Yaklaştığında omuzunu pençe gibi bir el kavrayınca, onların yanında kendini çok aciz hissetti. Bu adamların yanında küçük bir çocuk gibi kalıvermişti. Üzerindeki tüm malzemeyi masanın üzerine çıkarmasını emretti bir diğeri. Emretti, çünkü normal konuşması bile emir gibi çıkıyordu gorilin. Sırtlan isteksizce, nikelajlı Smith Wesson silahını, cebindeki mermileri masanın üzerine koydu. Cüzdanını ve birkaç özel eşyasını da çıkarınca, içeri girmek için kapıya elini attığında, aniden göğsünden itilmesi ile iki metre geriye düştü. Ne olduğunu anlayamamıştı. Gorilden homurtu ile insan sesi arası birşey çıkmıştı.
"Biz sana gir dedik mi?"
Ne oluyordu lan böyle? Koskoca Sırtlan'a bu yapılır mıydı? Gayrı ihtiyari elini beline attı düştüğü yerde. Üzerini toparlayan Sırtlan, yine de bozuntuya vermedi. İnanın silâhı üzerinde olsaydı, burada olduğuna bakmaz, bu iki yarmayı birer kurşunla yere sererdi. Zaten Sırtlan'ın bu özelliğini iyi bildiklerinden, önce silâhını almışlardı girişte. Korumalardan biri yaklaşıp, 'Yüzünü duvara döndükten sonra ellerini dayamasını' söyleyip, üst araması yapmaya başladı. Ama ne arama... Bu insan azmanı, saçlarından başlayıp vücudunun her santimetrekaresini hoyratça mıncıklıyordu. Canı acıyor, 'ama nasıl olsa bu da bitecek' deyip, dişlerini sıkıyordu. Adam resmen apış arasını bile avuçlamıştı. Kürek gibi elleriyle öyle bir sıkmıştı ki gözlerinden yaş geldi Sırtlan'ın. 'Anasını satayım, bundan sonra çocuğumuz falan olmaz bizim' diye içinden geçirdi.
Goril, diğer arkadaşına doğru seslendi. "Tamam, temiz."
Arama yapan koruma bunu söyledikten sonra sırtına vurarak, kapının yanındaki diğer yarmanın yanına adeta itekledi onu. Resmen aşağılanıyordu. Bunun sebebini de bir türlü bulamıyordu. 'Herhalde İki Numara bana çok kızdı, bu goriller ondan böyle davranıyor' diye düşünse de başka bir bit yeniği içini kemiriyordu. Hissetmişti bunu. Dünyadaki rolünün sona erdiğini anlamıştı. Bu bir içgüdüydü. Ama yine de panik belirtisi göstermeden, korumanın araladığı kapıdan yavaşça içeri girdi. Her iki koruma arkasından içeri girip, kapıyı kapatmışlardı. Büyük, salon gibi bir odadaydı şimdi. Her yer çok modern döşenmiş, uzakta, bol ışık alan bir pencerenin önünde, nerdeyse kamyon büyüklüğündeki masada biri oturuyor, bir başkası da onun yanında ayakta duruyordu. Işığın gözlerini kamaştırmasıyla ve bu kadar uzakta durmanın sebebiyle tanıyamasa da sanki bu iki kişi bildik birilerine benziyordu.
"Yaklaş Sırtlan..."
Bu ses, bu ses... Evet, tabii ya! Sırtlan masaya yaklaştığında, ikisini de gayet iyi tanıyordu şimdi. Sadece Sırtlan mı? Herkes bu ikiliyi biliyordu. Birinin adını duyanlar az olabilirdi ama diğeri herkesçe malum biriydi. Sırtlan, bu ikiliden hangisinin Bir Numara, hangisinin İki Numara olduğunu, kıdem ve yaş farkından anlayıvermişti. Konuşan Bir Numara'ydı. "Evet Sırtlan, hoşgeldin."
Bir Numara ile ilk defa konuşuyordu. Heyecandan sesinin az çıkacağını düşünen Sırtlan, istemeden yüksek perdeden bağırarak cevapladı. "Sağolun efendim!" Ondan böyle sert ve gür bir ses beklemeyen Bir Numara, boş bulunup irkildi ama bozuntuya vermeyerek, masanın üzerinde bulunan kartal başlı, gümüş saplı bastonu eline alıp, yavaşça ona yaklaştı. "Bizleri çok üzdün, biliyorsun değil mi?" derken, gözlerini onun gözlerinin içine dikti.
Sırtlan, nezaket gereği hiç cevap vermeden, sadece başını öne eğip bekledi ama o hâlâ azarlıyordu. "İki Numara'ya yalan söylediğinden, bizleri yanılttın. Biz seni burada böyle mi yetiştirmiştik, ha?" derken, sesi odanın içinde yankı yapıyordu. Bu sesten Sırtlan bile ürkmüştü. Bu ihtiyardan bu ses nasıl çıkıyordu böyle! Öyle bağırıyordu ki duvarların akustiğinden olsa gerek, geniş salon çın çın ötüyordu. "Kıçı boklu bir kız kurusu, şerefimizi iki paralık edecekti nerdeyse. Dua et, gazetenin yazı işleri müdürünün yanındaki bizim için çalışan adamımız ihbar etti de çabuk uyandık. Bizim elimiz iyi ki her yerde var. Basında bile. Yoksa sadece size kalsaydık..." dedi ve bir müddet durakladı. Şimdi arkasını dönmüş, pencereden dışarıya bakarak konuşuyordu. "Eğer o yazı yayınlansaydı bu avam millet var ya kıçımızı bile toparlayamadan bizi buralardan atardı, haberin var mı senin?" dedi ve ona doğru dönerek haykırdı. "Ben senin gibi kaç çakal yetiştirdim burada biliyor musun? İlk dersimizi hatırla bakalım Sırtlan Efendi... İyi düşün!"
Sırtlan, şimdi iliklerine kadar titredi. Nasıl hatırlamazdı? Bir Numara ders anlatırken yalanını yakaladığı bir ajan adayını, belindeki beylik silâhını aniden çekip, sınıfın ortasında başından vurmuştu. Sonra da sınıfa dönüp, "Burada ajan yetiştiriyoruz, birbirimize karşı dürüst olmazsak, hepinizin sonu böyle olur." dediğini, dün gibi hatırlıyordu. Acaba onun gerçek mi, mizansen mi olduğunu yıllardır düşünmüştü.
Sırtlan başını eğdiği yerden kaldırıp, "Bana silâhımı verin efendim." deyip, mağrur bir şekilde baktı ona doğru. Bir Numara, Sırtlan'ın ne demek istediğini gayet net bir şekilde anlamıştı. Bunun üzerine, tam silâhını vermeleri için korumalarına emir verecekti ki İki Numara ile gözgöze geldiler. Kendi adamı Sırtlan'ı iyi tanıyan İki Numara, başını 'hayır' anlamında hafifçe yukarı kaldırınca, Bir Numara vazgeçti silâhı istemekten.
Sırtlan şimdi İki Numara'ya öfkeden deliye dönmüş gibi bakıyordu. Ona, kendi silâhı ile ölme şerefini bile çok görmüştü. Ee, o da kendi çapında haklıydı. Sırtlan bu, ona güvenilir miydi hiç. İki Numara elini boğaz hizasına kaldırıp, belli belirsiz bir 'kesme' işareti yaptı arkadaki korumalarına. Ama bu işaret, Sırtlan'ın gözünden kaçmamıştı. Birden boynuna geçirilmek istenen boğma telinden son anda çevik bir hareketle kurtulup, arkasındaki yarmanın böğrüne dirseği gömdü ama nerdeyse kolu kırılacaktı. Bunlar insan değil miydi yoksa? Aniden boynunda bir acı hissetti. Yüzü pancar gibi kızardı. Boynundan yukarı kan hücum ediyor, gözleri bulanıklaşırken, elleri ile çaresizce havayı dövüyordu. Boynuna geçirilen çelik teli, sıktıkça sıkıyordu insan azmanı gorilden bozma koruma. Bir dakika kadar mücadeleden sonra yüzünün kızarıklığı morarmaya dönüşen Sırtlan'ın havada çırpınan elleri aşağıya düştü, dizleri büküldü. Koruma, sıktığı teli hâlâ bırakmadığından, Sırtlan'ın ince uzun vücudu, boşlukta titremekteydi.
Bir müddet, iri yarı korumanın kollarında havada asılı duran Sırtlan'ın pantolonunun önündeki ıslaklığı tiksinti ile seyreden İki Numara, bırakması için korumaya işaret verince boş bir çuval gibi yere yığılıverdi Sırtlan. Şimdi salonun içerisini keskin bir koku kaplamıştı.
İşte bir efsane daha böylece kendi boku, sidiği içinde boğulup gitmişti. Bu işe soyunanlar böyle bir sonla karşılaşacaklarını baştan beri biliyorlardı ama her ne hikmetse, yine de kan ve gözyaşı içinde görevlerine devam ediyorlardı. Bu âlemde bir söz vardır... 'Her celladın, mutlaka başka bir celladı vardır' diye.
Bir Numara içerideki dinlenme odasına geçince, İki Numara korumaları yanına çağırıp emirler veriyordu. "Alın bu cesedi, aşağıdaki cipin bagajına koyun. Her zaman buluştuğumuz boş fabrikaya götürüp, eşyaları ile birlikte, geriye bir gram kemik kalmayıncaya kadar, asit kazanında eritin!"
Koruma homurdadı... "Emredersiniz efendim."
Tam çıkacakken, İki Numara seslendi. "Haa, bir dakika..." deyince, korumalar kapıdan çıkmak üzereyken geri döndüler. Tok sesiyle emrediyordu. "Ama önce ne yapacağınızı söyleyeyim, dikkatli dinleyin; Sırtlan'a benzeyen birini bulun. Öldürüp, parmak ucu derilerini yüzerek gözlerini itina ile oyun ve ceset üzerinde oynamalar yaptıktan sonra onu kolayca bulunacak, görünen bir yere bırakın ki kamuoyunun kafası biraz daha karışsın. Sırtlan'ın yaşayıp yaşamadığı konusunda net bir fikire sahip olunmasın. Üzerinde de ona ait eşyalar ve sahte kimliklerden biri olsun."
Korumalar Sırtlan'ın cesedi ile çıktıktan sonra İki Numara içeri girmiş, son değerlendirmeleri yapıyorlardı. Bir Numara, gözünü Ankara'nın yüksek rakımlı tepelerine dikerek konuştu. "Görüldüğü gibi, ortalık toz duman. Sonumuz hiç iyi değil," mirim dedi boğuk sesiyle. "Yok orada silâhlar bulundu, yok burada bombalar bulundu. Artık durmaz bunlar. Neyimiz var neyimiz yok kurcalarlar. Ama istediği kadar uğraşsınlar, biz içimizden çözülmedikçe bir yere varamazlar. Yanlız içimizden bazı çürük elmalar çıkıp, ötmeye kalkabilirler. Onları tespit edip... Anladın değil mi? Yani intiharlar falan."
Bastonunu dikkatlice masanın kenarına dayayıp, berjer koltuğuna çöker gibi oturdu. "Neyse, o başka konu. Mirim, bu adamımız da on seneden fazla idare etti bizi. Uzun zamandan beri Sırtlan'ın yerine yetiştirdiğimiz, yüzünü estetikle değiştirdiğimiz yeni adamımızı da Güneydoğuda galiba birkaç görevde başarı ile kullanmıştık. Bu adamımızı ortaya çıkarma zamanı geldi artık herhalde. Ne dersin?" dediğinde, İki Numara deminden beri oturduğu yerden kalkıp pencerenin önüne gelmiş, terbiyeli bir şekilde ellerini önüne kavuşturmuş, ayakta dinliyordu. "Siz bilirsiniz efendim," derken, o da hayal kırıklığı içindeydi. "Gördüğünüz gibi Sırtlan'la yapmış olduğumuz sistemle pek başarılı olduğumuz söylenemez. Bir de B planını deneyelim bakalım. Sizin de herzaman dediğiniz gibi, bizim her zaman bir B planımız vardır." deyince, aklına bir şey gelmiş gibi, sözünü kesti onun Bir Numara. "Haa, bir dakika. Önce Silivri'deki Sırtlan'ın ininde bulunan, ona bağlı olan adamların hepsini dağıt, başka bölümlere ver. Hatta iki arkadaş aynı bölümde bile yanyana gelmesin. Sonra, yetiştirdiğimiz adamımızı, kendi kadrosu ile birlikte götürüp oraya konuşlandır. Bizden talimat gelinceye kadar uslu uslu beklesinler. Sırtlan'ın akibetinden ders almışlardır diyeceğim ama bunların ciğerini bilirim akıllanmazlar, yaparlar yine yapacaklarını."
Yılların onca yükü omuzlarına çökmüş gibi gözükse de dinç görünümlü bu ihtiyar, masasında heybetli bir şekilde otururken, kapıya doğru geri giden İki Numara, sert bir topuk selâmından sonra arkasını dönüp dışarı çıktı.İşte böyle... Vatan kurtarmaya soyunanlar, vatanın bekçisi sadece bizleriz diyenler, hiçbir irade altına girmeyi kabul etmeyip, bu arada kendi emellerini gerçekleştirmek, hep Türkiye'nin gündeminde kalarak, böylece egolarını tatmin etmiş gibi gözükenler, devletin derinliklerinde Türkiye'yi düşünüyor görünüp, aslında vatanını ve milletini zerre kadar düşünmeden, sadece ve sadece kendi çıkarları uğruna, her türlü şer odakları ve düşman ülkeler ile işbirliği yaparak, casusluk faaliyetlerinde bulunarak, bizim birçoğunu bilmediğimiz, ne kadar uğraşırsak uğraşalım, hiç bir zaman da bilemeyeceğimiz, ne oyunlar çeviriyorlardır kimbilir? Allah Türkiye'yi bunlardan korusun.
-----oOo-----
BURASI TÜRKİYE...
BÖYLE HİKÂYELER BU COĞRAFYADA BİTMEZ.
![](https://img.wattpad.com/cover/330611789-288-k367189.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ADIM SARI AÇIK SARI
Fiksi UmumBu kitapta anlatılanlar tamamen hayal ürünü olup, Türkiye'nin 90'lı yıllarda içinden geçtiği, kaos ortamının kurgulanmış halidir. Anlatılanların; gerçeklerle, bahsedilen olaylarla ve kişilerle, uzaktan yakından hiçbir bağlantısı yoktur. Romanda geçe...