Sonbaharın yüzünü yavaş yavaş gösterdiği, denizin üzerinde küçük dalgacıkların uçlarının köpüklenmeye başlamasından anlaşılsa da henüz buralara kışın uğraması uzak ihtimaldi. Bu tripleks villanın terasından, denizin iyot kokusunu içine çekip, bu güzellikleri seyretmek, ömrünün son günlerinde ona ilâç gibi geliyordu. Belki de bu yaşta böyle dinç kalabilmesini bu temiz havaya borçluydu, bilinmez. Sadece biraz rutubetten sıkıntısı var gibiydi. Çünkü senenin bu aylarında, rüzgârlar kuzey batıdan hafif hafif esmeye başladı mı beraberinde getirdiği nemli hava dizlerine hiç iyi gelmiyor, aksine romatizmalarını azdırıyordu. Bu yüzden, sallanan bambu sandalyesinde otururken, ekoseli kaşmir battaniyesini dizlerinin üzerinden hiç eksik etmiyordu. Sehpanın üzerindeki telefona zorlukla uzandı. Başkent kodlu özel numarayı çevirdiğinde, İki Numara karşısındaydı.
"Alo... Mirim, nasılsın?"
"Sağolun efendim, ya siz?"
"Eh işte, bu aylarda rutubet beni öldürecek."
"Efendim, size kaç defadır söylüyorum, kışları Ankara'ya gelin diye. Bol bol dertleşiriz."
Bir Numara hafif öksürerek boğazını temizledi. Bu, onun kızınca söyleyeceklerini aklında tartmak için, zaman kazanma yöntemiydi. "Bırak Allahaşkına yahu!" dedi sinirlenerek. "Bana Ankara'nın lâfını edip durma, ben orada bir gün bile duramam. Bizimkiler olsun, medya olsun, beni orada bir gün bile rahat tutarlar mı sanıyorsun? Bizimkiler gelir fikir danışmaya, icazet almaya. Ne bileyim, medya sokak başında aportta bekler bir malzeme kapabilir miyim diye. Yok yok, kalsın. Ben böyle çok rahatım. Gözlerden ırak, unutulmuşu oynamak daha iyi. Burada oyalanmak için birşeyler buluyorum ben. Resim yapmak falan işte."
Onun kızdığını anlayınca, suyuna gidecekti İki Numara "Siz bilirsiniz efen...." diyecekti ki lâfını kesti İki Numara'nın. "Sen beni bırak da ben ne için aramıştım seni? Haa... Ne yaptı yine seninkiler? Bir çuval inciri bok ettiler! Ben sana demedim mi bu konularda çok dikkatli olun diye?" Bir Numara'nın telefonun öbür ucunda çok kızgın olduğu, konuşmalarına yansıyordu. İki Numara toparlamaya çalışıyordu. "Efendim, olaya tek araç ile gitmeleri hataydı. Aksilik işte, araç arızalanınca orada kalmışlar. Ondan şey oldu biraz... Kitapçıya bombayı attıktan sonra kaçtılar ama..." dese de Bir Numara'ya lâf anlatmak ne mümkün? Köpürüyordu. "Bırak bırak! Tüm medyaya rezil olduk!" diyordu. "Kendileri kaçsa ne olacak? Araç ortada kabak gibi kaldı. Hem de bagajında bir sürü silâhla birlikte. Bir de gruptakiler senin çok güvendiğin özel birliktendiler. Neymiş? 'Atakbeyler' Pöh! Bizim Sırtlan ve grubu bile bu işi daha güzel çözerdi. Biz de onlara güvendik, Sırtlan'ı gücendirdik bu olaya göndermeyip. Neymiş efendim? Sırtlan orasını kan gölüne çevirirmiş. Sanki Güneydoğu az kan gölü de."
İki Numara da çuvalladıklarının farkındaydı. Böyle bir hatayı nasıl yapardı bu özel grup? Şimdi medya bunun ucundan tuttu mu, aynı Susurluk olayındaki gibi inini dibini araştırırdı artık. Zaten medya soru önergesi açılsın deyip yangına körükle gidiyor. İyi ki eşgali belirlenip, polis tarafından alınan iki adamı askeri mahkemede yargılanıyor da iş ortaya tüm açıklığıyla dökülmüyor. Bu düşünceler beyninde dolaşırken devam etti İki Numara. "Efendim, siz hiç merak etmeyin orasını," derken, ne yapacağını o da bilmiyordu ama durumu kurtarması lazımdı. "Ben bu duruma bir çare buldum. Olayı aramızda kapatacağız. Olayda yüzü deşifre olanları hemen mahkemeye çıkaracağız. Birkaç mahkeme ileriye atıldıktan sonrası artık Allah kerim.. Bir iki yer değiştirmede izlerini kaybettiririz. Türkiye'de daha neler olur gündemi değiştirecek. Gün ola harman ola."
"Tamam o zaman. Ama zamanını iyi ayarla."
"Aynen buyurduğunuz gibi efendim. Böyle bir zamana denk getirdik mi bizim bu aslan parçalarına hemen takipsizlik kararı aldırtırız mahkemeden, olur biter. Siz de biliyorsunuz, yargıda ipler hâlâ bizim elimizde."
Telefonun ucundan Bir Numara'nın öfkeyle homurdandığı farkediliyordu ama ses çıkarmadığına göre, onun da bu fikre sıcak baktığı anlaşılıyordu. "Doğru söylüyorsun, onların üzerinde çok emeğimiz var. Daha onlarla işimiz bitmedi, arkadaşları küstürmeyelim," dedi öksürme krizi tuttuğu sırada. "Mahkeme sürerken gönüllerini alın, yalnız kaldıkları hissine kapılmasınlar. 'Her zaman yanlarındayız' mesajı verilsin. Yüksek rütbelilerden birkaç kişi, onları öven sözler söylesin basına. Ben bir de bizim taraftan, televizyonlarda onları öven birkaç demeç patlatırım, olur biter."
"İyi düşünmüşsünüz efendim. Bu günlerinde moral olur. Dost düşman, onların arkalarında olduğumuzu anlasın."
Telefonun öbür ucundan şimdi de Bir Numara'nın esneme sesi geliyordu. Anlaşılan hafif esintili deniz havası uykusunu getirmişti. Ankara öyle miydi ya? Yaşanmaz olmuştu nerdeyse. Şuraya bak! Keşmekeş bir trafik, müthiş bir şehir gürültüsü. Artık Ankara, İstanbul'a benzemeye başlamıştı. Ama mecburiyet işte. Yapacak bir şey yoktu, erkenden emekli olmuştu ama bir misyon yüklenmişti. Bir Numara bu göreve onu lâyık görünce, erken emekli olup vatanına milletine böyle hizmet etmesi uygun görülmüştü. Sabretmeliydi biraz. Bir Numara'nın yaşı epeyce olduğundan, kısmetse yakın zamanda bu görevi o devralacaktı. Ama ortam kızışmaya başlamıştı yavaş yavaş. Ona sıra gelinceye kadar durumlar daha da karışıp ateşten gömlek giymek de vardı bunun yanında.
Birden derin düşüncelere daldığından, telefonun diğer ucunda Bir Numara'nın olduğunu unutuvermişti. Ondan da ses çıkmayınca... Yavaşça seslendi. "Efendim, orada mısınız?" diye seslenince, bir an ses gelmedi telefondan. Sonra, "Ha? E... Evet, evet. Dalmışım da..." dedi anlaşılmaz sesler çıkararak.
'Yaşlılık' diye düşündü. Ee... O yaşlara kendisi de yaklaşmaya başlamıştı. 'Çok görmemek lâzım, yarın öbür gün benim de olacağım bu' diye içinden geçirmedi değil telefonun öbür ucunda. Ama kafasına takılan bir soruyu da sormadan edemedi. "Efendim ben şunu anlayamadım. Hadi birkaç kişi bizim Güneydoğuda operasyon yapacağımızı bir şekilde anladı. Ama böyle küçük bir ilçede, bu kadar insanı toplayıp nasıl hemen örgütleyerek üzerimize saldırttılar, onu anlayamıyorum." deyince, telefonun ucundan Bir Numara'nın, 'ben bu işleri bilirim' tarzında hafif kahkahası geldi. "Biraz kafanı çalıştır, bal gibi anlarsın. Biz Kuzey Irak'ta sivil istihbarat birimlerimizle ne yapıyoruz? En çok kimin çanına ot tıkıyoruz düşün bakalım." deyince, İki Numara olayı kavramıştı. Vay be! O, bunu nasıl da düşünememişti. Yüksek perdeden bağırdı... "İngilizler!" "Tabii ya, İngilizler. O bölgenin hâkimi Amerikalılar bilinir ama bu gerçeği herkes bilmez. Kuzey Irak'taki bölge komutanları yeni atandı. Bizi halka karşı başarısız göstermek, kışkırtmak adına bu olayımızı ayyuka çıkardılar. Amaç, 'Türk askeri sizin dükkânınızı bombalıyor, bakın görün' mesajı vermek. Anladın herhalde bizim soğuk suratlı İngiliz dostlarımızın nasıl ikili oynadıklarını?"
"Anladım efendim. Adiler! Onlar da çok iyi biliyor ki o dükkân, PKK'lı teröristlerin, kuryelerinin buluşma noktasıydı. Dükkân sahibi, bu itirafçı adi şerefsiz de onlar gibi çift taraflı oynuyordu." İki Numara yavaş yavaş taşları yerine oturttukça, büyük resim kafasında şekilleniyordu. Bu İngilizler, ta Osmanlıdan beri Kuzey Irak petrollerinin yönetimini ellerinde tuttuklarından, Amerikaya da kaptırmaya hiç niyetleri yok gözüküyorlar. Bu yüzden sivil halka kendilerini sevdirme peşindeler. Dikkat edilirse haberlerde devamlı surette, 'şu kadar Amerikan askeri öldü, bilmem şu kadar yere bomba atıldı' deniyor ama o kadar olayın içinde İngilizlere bir tek bile saldırı yok. "Anladın mı şimdi benim aziz dostum İngiliz oyununu," dedi Bir Numara. "Bu İngilizler kadar şerefsiz bir millet daha yoktur dünyada. Dost gibi görünürler ama fırsatını buldular mı hemen arkadan vururlar. Bu taktiği Araplara da onlar öğretti. Bilirsin Osmanlıyı nasıl arkadan vurduklarını. Gerçi sonradan onun Casus Lawrence'ın yalanı olduğu ortaya çıktı." diyen Bir Numara, İngilizlerin tarih boyunca Osmanlıya yaptığı kalleşlikleri anlattıkça anlattı. Maşallah bir başladı mı bitirmek bilmiyordu konuşmasını. Güneydoğu'dan girdi, Çanakkale'den çıktı. Kurtuluş Savaşı'nı anlatırken, çok konuştuğunun farkına varmış olacak ki kısa kesti. "İşte böyle, bunların yaptıkları kötülükler say say bitmez, sözüm ona bir de aristokrat geçinirler. Sevsinler onların aristokratlığını. Neyse lâfı fazla uzattık. Bu günlerde benden yine haber bekle, bir iki iş daha yapabiliriz." diyerek lâfı toparladı. "Anlaşıldı efendim. Ben yine derim ki Ankara'ya gelmeyi bir düşünün." deyince, Bir Numara zoraki güldü. "Anladım, senin derdin beni Ankara'ya getirtip, buralara kadar gelmekten kurtulmak."
'Yahu şu ihtiyarın düşündüğüne bak, neler de geliyor aklına. Pes vallahi! İyiliği için söylüyorum ama kime lâf anlatacaksın. Aksiliği bir tuttu mu, artık önüne geçilmez' diye düşünüyordu. "Yok efendim, sizin iyiliğiniz için demiştim, yoksa..." Neyse, neşelenmişti Bir Numara. Kahkahayı koyverdi. "Bilmez miyim canım, lâtife takılıyorum sana. O kadar nazımızı çekersin artık." İki eski dost, selâmlaşarak telefonları karşılıklı kapatırken, Türkiye daha ne olaylara ne komplolara gebeydi acaba?
![](https://img.wattpad.com/cover/330611789-288-k367189.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ADIM SARI AÇIK SARI
Fiksi UmumBu kitapta anlatılanlar tamamen hayal ürünü olup, Türkiye'nin 90'lı yıllarda içinden geçtiği, kaos ortamının kurgulanmış halidir. Anlatılanların; gerçeklerle, bahsedilen olaylarla ve kişilerle, uzaktan yakından hiçbir bağlantısı yoktur. Romanda geçe...