İstanbul'un kuzey batısından esen sert rüzgârlar, ahşap pencerenin pervazlarına çarpıp geri dönerken, her darbede yer yer çatlamış, macunları dökülmüş camları zıngırdatıp, gecenin ilerleyen vaktinde insanlara depremi hatırlatıyordu. Çok değil, üzerinden iki seneyi az zaman geçmiş olsa bile, sağolsun televizyona çıkan çokbilmiş medyatik çatlak profesörlerimiz, kendileri gündemde kalabilmek için, bu deprem korkusunu pişirip pişirip İstanbulluların önlerine getiriyorlardı. Bu durum, en çok emlak piyasasını etkiliyordu. Bilmem hangi profesör televizyonda bu semtin yakınından fay hattı geçiyormuş diyor... Hoop orasının fiyatları aşağı. Bilmem hangi semtin zemini sağlammış diyor... Hoop orasının fiyatları füze gibi yukarı. Sanırım gazetelerde böyle söylentiler bile çıktı. Bu deprem uydurukçuları profesörler, televizyonda söyleyeceği duruma göre para alıyorlarmış, günahı onu söyleyenlerin boynuna.
Tamam, halkımızı bilinçlendirelim ama bu korkutarak da olmaz ki! İşte Metin'le Şebnem buna kızıyordu. Evi iyi bir fiyata vermişler vermesine de geçenlerde kutu gibi bir daire beğenmişler ama oha yani! O kadar fiyat olmaz ki! Neymiş, bilmem hangi yayık ağızlı profesör, yine televizyonda o semt için öyle bir döktürmüş ki, hayatta oraya deprem falan uğramazmış, tövbe ya Rabbi! Tabii ki o semtte hemen dairelerin fiyatı iki katı.Bilenler bilir... Bu büyük depremde Marmara civarı öyle bir sallandı ki Marmara civarında bundan sonra yüz sene içinde deprem olmaz bu şiddette. Yetkililer depremin şiddetini 7.2 falan diyorlar ama onu geçecekler... Ölçemediler bile şiddetini çıkan enerjinin. O depremin şiddetini, Gölcük'te, Yalova'da yaşayanlara sorun siz. Bir örneği Gölcükte hâlâ duruyor; Koskoca ada kadar bir kara parçası, denizin dibini boyladı o depremde. Buna Metin'le Şebnem'in bile kafası basıyordu ama maalesef bu çokbilmişler gerçeği kabullenmiyor. İllâ ki insanları korkutacaklar.
Hem eşyaları topluyorlar hem de lâflıyorlardı. Bir an önce ev almalıydılar, yoksa böyle olmuyordu. Kendi evlerine bile gizlice giriyorlar, erkenden çıkıp gidiyorlardı. İyi ki apartman hayatında pek kimse kimsenin takipçisi değildi, herkes ekmek derdine düşmüştü bu İstanbul denilen koca şehirde. Ama yine de bir an önce bir ev bulup çıkmalıydılar. Komşular tedirgin olmaya başlamışlardı. Evi sattıklarını bildiklerinden bir şey demiyorlardı ama evin yeni sahibinin vermiş olduğu boşaltma süresi doldu dolacaktı nerdeyse. Zaten giderken evden birkaç hatıra eşya alacaklardı o kadar. İkisi de alacakları yeni evde, bu evi onlara devamlı hatırlatan, hele hele Meliha Hanım'ın anılarıyla dolu eşyaları kesinlikle kullanmak istemiyorlardı. Onun ölümünün üzerinden henüz birkaç ay geçmişti ama ölenle de ölünmüyordu. Yaralar yavaş yavaş kabuk bağlamaya başlamış, ama her ikisinin de birbirlerine açıklayamadığı ince birer sızı kalmıştı içerlerinde. Çünkü ikisi de biliyordu ki Meliha Hanım onları bir an önce evlendirmek istiyordu. Zavallı kadıncağızın elim bir trafik kazasına kurban gitmesi, onların evlenmelerini görmesine engel olmuştu. Ama resmi olarak evlenmelerinin, Şebnem'in kimliği açısından imkânsız olduğunu bildiklerinden, çaresizce susuyorlardı ama onlar zaten birbirlerindiler. Belki ileride şartlar değişirdi... Neden olmasın?
Şebnem, elindeki çay tepsisini yere bırakmakla bırakmamak arasında duraksamış, kafası bin bir türlü düşünceye yoğunlaşmış öylece dikilirken, Metin'in sesiyle irkildi. "Hop! Daldın yine, uyan da balığa gidelim." deyince, azarlar gibi konuştu Şebnem. "Sen benimle uğraşacağına hazırlan da şu benim dediğim yere bir bakalım. Şöyle site içinde korunaklı bir ev olsun istiyorum." dediğinde, Şebnem'in ellerinin dolu olduğunu gören Metin, fırsattan istifade gelip yanaklarını sıkıvermişti. "Korunaklı evi ne yapacağız ki? Sen yanımda olduktan sonra hiçbir şeyden korkmam, sıska ninjam benim." Şakadan terliğine sarıldı Şebnem. "Kaşınma, kafana terlik geliyor bak!"Kış sonu, bahar başı karışık bir hava vardı dışarıda... Sert bir rüzgâr esiyordu ama denizin etkisiyle olsa gerek, pek üşütmüyordu açıkçası. Şimdi şehir hatları vapuruna binmişler, karşıya geçiyorlardı. Şebnem'in İstanbul'da en sevdiği şey, bu vapurların kenarlarındaki tahta oturaklara oturup, ayaklarını demirlere dayayıp, İstanbul'un o doyumsuz güzelliğini seyrede seyrede karşıya geçmekti. Ama yaz olsun, ama kış... Lapa lapa kar yağarken bile, geçen kış Metin'i zorla dışarı çıkarmış, titreye titreye vapurun dışında oturmuşlardı. Gerçi şimdi öyle bir hava yoktu ama yine de birazcık ısırıyor gibiydi. Metin'in kanadının altına biraz daha sokuldu.
Kadıköy'de iner inmez bir taksiye atlamışlar, Şebnem'in gazetede ilânını görüp, geçen hafta beraber gezdikleri, onlara göre lüks sayılacak bir siteye gelmişlerdi. Evlerin çoğu satılmış, bir artı bir tabir edilen daireler kalmıştı emlakçının elinde. Zaten Şebnem'in de istediği küçük, şirin bir daireydi. Fakat bu işin bu kadar uzamasının sebebi, Metin küçük de olsa iki oda bir salon istiyor... Şebnem ise, sıkış tepiş küçücük odalar olacağına, geniş bir salon ile bir yatak odası olarak kullanabileceği, bir oda bir salon dairede ısrar ediyordu. Şebnem tam bir esnaf olacakmış, neydi o emlakçıyla pazarlığı öyle, aman Allahım! Siteyi yapan inşaat şirketinin tanıdığı mı olmadı, araya gerekirse birilerini mi koymaya kalkışmadı... Tam bir tiyatrocuydu bu kız. Adamın ağzından girdi, burnundan çıktı, evi çok iyi bir fiyata bağladı. Metin tahmin ediyordu ki emlakçıya kâr payı kalmamıştı bile. Yeni evli olduklarını söyleyip, kendini acındırmaya bile kalkmıştı. Paraları da peşin olduğundan emlakçı hazır sıcak parayı kaçırmak istememişti haliyle. Hemen notere gidilip, oradan da tapu işlemlerini hallederek işi bitirmişlerdi.
"Eee... Metin Bey, kendi üzerine bir evin de oldu artık. Hayırlı olsun."
"Bak Şebnem, böyle deyip üzerime gelirsen, geri dönüp o evi zararına geri veririm, haberin olsun! Bunun şakasını bile yapma bana!"
Metin, ev ikisinin üzerine olsun diye çok istemişti ama Şebnem'in adı bir yerlerde peşindeki katillerin ellerine geçer korkusuyla, buna cesaret edememişlerdi. Onun çok sinirlendiğini anlayan Şebnem, hemen sıkıntılı havayı dağıttı, "Ama dediğimi nasıl yaptırdım sana," dedi ona gülümseyerek. "Doğru söyle, böylesi daha iyi olmadı mı? Yüz metrekareye yakın bir ev... Bir oda bir salon. Ama ne salon, içinde at koştur. Mutfak olsun, banyo olsun öyle daracık değil, ikisi de nerdeyse küçük birer oda kadar. Yatak odası da çok büyük. Neydi o diğer baktığımız daireler öyle? Daireyi duvarlarla bölüp, bir sürü oda yapmışlar. Ondan sonra neymiş, çok odası varmış... Hıh!"
"Gerçekten o konuda sana hak verdim," dedi Metin. "Onu boşver de o sıkı pazarlık neydi öyle kız? Adam neredeyse daireyi bedava verecekti senin şirretinden kurtulmak için." demişti şakadan ama bu defa da Şebnem ters ters bakınca, 'tamam sustum' der gibi bir işaret yapıp onu aniden kucaklayıverdi ve caddenin ortasında sıkı sıkı sarılıp, yanağına ıslak, kocaman bir öpücük kondurdu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ADIM SARI AÇIK SARI
Narrativa generaleBu kitapta anlatılanlar tamamen hayal ürünü olup, Türkiye'nin 90'lı yıllarda içinden geçtiği, kaos ortamının kurgulanmış halidir. Anlatılanların; gerçeklerle, bahsedilen olaylarla ve kişilerle, uzaktan yakından hiçbir bağlantısı yoktur. Romanda geçe...