Akşam içkiyi fazla kaçırdığını şimdi daha iyi anlıyordu Sırtlan. Çünkü deniz üzerinde olmayı o kadar çok sevdiği halde, feribot yolculuğu ona dokunmuştu. Böyle olacağını bilseydi, bir saat gecikmeyi göze alıp İzmit körfezini dolaşmayı tercih ederdi. Neyse, sonunda sıkıntılı deniz yolculuğu bitmiş, nihayet Bursa'ya doğru yola çıkmışlardı. "Celal, ben biraz kestireceğim," diyerek, arka koltuğa rahat bir şekilde uzandı. "Kahvaltı yapabileceğimiz uygun bir yer görürsen, girin. Aç karınla yolculuk hiç çekilmiyor."
"Abi, geç kalmayız değil mi? Aperatif gibi bi şeyler alsaydık."
"Ne o lan! Aperatif falan. Ben öyle gavur işi yiyemem, hem önceki gibi acelemiz yok. Bu defa o orospuyu paketlemeden İstanbul'a dönmeyeceğiz. Anlaşıldı mı Celal?"
"Tamam şef, nasıl dersen."
Sırtlan arka koltuğa uzunlamasına yatmış, birkaç dakika geçmeden horlamaya başlamıştı. Bunun üzerine Celal koltuğunu Sırtlan'ı rahatsız etmeyecek şekilde hafifçe geriye doğru yatırıp, etrafı seyre koyulmuştu. Bu yolun eski hâli gözünün önüne geldi. Neydi o günler? Tomruk yüklü bir kamyonun arkasına düştün mü vay haline. Hapı yuttun, solla sollayabilirsen. Çift yönlü trafik vızır vızır işliyordu. Kaplumbağa gibi giden bir arabanın arkasına düştün mü yandın. Şimdi öyle mi? Feribottan indikten sonra bastın mı gaza, kırk dakikada Bursa'dasın. Birden düşüncelerinden sıyrıldı Celal. İleride trafik kontrolü vardı.
"Ahha! Boku yedik, çevirme var. Kaçla gidiyordun lan!"
Şoför şaşkındı. "Ne bileyim abi, geç kalacağız falan deyince, ben de..." diye kekeleyen şoförün sözünü kesen Celal, şimdi kısık sesle onu haşlıyordu. "Tamam ulan, kes! Benim derdim para değil oğlum. Eğer abi uyanırsa, iner yine trafikçilerle kavga edip ortalığı karıştırır. Nedir polislerle alıp veremediği bilmem."
Yalova'yı beş kilometre kadar geçince hafif yokuşun başında, polisler emniyet konileri ile yolu daraltmış olduğuna göre kesin radar kontrolü vardı. Yaklaştıklarında, polis memuru elindeki kâğıda bakarak, konvoyun içinden Celal'in yanında oturan sığırın(!) kullandığı bu arabayı çekip aldı. Celal, şoföre yavaşça durmasını işaret ederek, siperlikteki araç belgelerini alıp usulca araçtan indi ve ses çıkmasın diye kapıyı bile kapatmadı. Bereket versin ki onların arabasından başka kimse yoktu kontrol yerinde. İşi uzatmadan, çarçabuk polislerle anlaşıp gitmekti niyeti. En güzeli her zaman kullandığı taktikti. "Kolay gelsin devrem, suçumuz nedir?" deyince, polis bıkkın bir ifadeyle başını kaldırdı ceza makbuzundan. "Polis misiniz?" Celal, üzgün olduğunu belirtir şekilde elini göğsüne koydu abartılı bir saygıyla. "Maalesef..." dedikten sonra, pantolonunun arka cebinden cüzdanını çıkartıp, kapaklı bölmesinden üzeri çift kırmızı yan çizgi bulunan mavi renkli sahte MİT kimlik kartını uzatırken, "Devrem be..." dedi mahcup bir şekilde. "Önemli bir toplantıya yetişmemiz lâzım, yoksa üstlerimiz böyle bir durumda kimlik gösterdiğimizi duyarlarsa çok kızar. Böyle durumlarda, 'Kimliğinizi açıklamayıp, trafik cezanızı ödeyin geçin' diyorlar. Aslında işin parasında değiliz ama ceza yazma işlemi uzun süreceğinden, kimliği göstermek zorunda kaldım. Kusuruma bakmazsınız artık." dediğinde, araçtaki görevli polis toparlanıp, aynı kibarlıkta karşılık verdi. "Tamam o zaman, biz de sizi bekletmeyip gönderelim. Uygun bir şekilde notumuzu alır, radar görevlimize bildiririz."
Celal yarım yamalak bir teşekkür edip hızla arabaya yöneldi. "Ulan bu sahte kimlik de her yerde geçiyor, sihirli anahtar gibi namussuzum. Çoğu genç polis de MİT kimliğinin nasıl bir şey olduğunu bilmediğinden, tırsıp yol veriyor. İnşallah Sırtlan uyanmaz." diye söylenerek araca geldiğinde, arka koltukta onu horultularla mışıl mışıl uyuyor olduğunu görünce, içi rahatladı. Yavaşça kapıyı açıp bindikten sonra, şoföre sessizce 'devam et' anlamında bir işaret yaptı. Kapıyı, araç hareket ettikten az sonra kapattı. Çarpma sesiyle Sırtlan yattığı yerden doğruldu.
"Ne oldu, geldik mi?"
"Yok abi, bir lokanta gördüm de..."
"Ee?"
"Şöyle baktım, hoşuma gitmedi abi." dedikten sonra uzanarak şoförün omuzuna vurdu. "Hah ileride güzel bir yer var. Sallanma oğlum. Gir şu benzinliğe lavuk! Bak, orada bahçedeki ağaçların altında tahta masalar var. Güzel bir yere benziyor."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ADIM SARI AÇIK SARI
General FictionBu kitapta anlatılanlar tamamen hayal ürünü olup, Türkiye'nin 90'lı yıllarda içinden geçtiği, kaos ortamının kurgulanmış halidir. Anlatılanların; gerçeklerle, bahsedilen olaylarla ve kişilerle, uzaktan yakından hiçbir bağlantısı yoktur. Romanda geçe...