İstanbul'un kışı da bir başkaydı. Gece başlayan kar sabaha kadar devam edince, her zamanki gibi kışa hazırlıksız yakalanan Büyükşehir Belediye yüzünden, maalesef koskoca şehir bir megaköye dönmüştü. Yollar açılmadığından, açık olan diğer bir kısmı da aşırı buzlanma yüzünden, hiçbir araç trafiğe çıkamamış, etraf ölüm sessizliğine bürünmüştü. Şebnem, yıllardır böyle çok kar yağdığını görmemişti. Belediye yetkilileri belki bu yüzden aldanmışlardı. İnsanlar sokaklarda yaya olarak işlerine gitme telâşına düşmüşler, çocuklar ise daha şimdiden caddelere çıkmış, yollarda araç olmadığından, altlarına serdikleri naylonlarla kâh kızak kayıyor, kâh birbirlerini kovalayıp kar topu oynuyorlardı.
Şebnem, dükkânın camından ürkek ürkek dışarısını seyrediyordu. Erken gelen birkaç esnaf küreklerle kapılarının önlerini kürüyor, bir iki ortalıkta görünmeye başlayan belediye ekipleri de sabah sabah uykusuz gözlerle, yol açma ve tuzlama çalışmalarına başlamışlardı. Şükran Teyzesini telefon ile aradığında, 'Bu havada iş falan olmaz, bir hafta kadar dükkânı açamayacağım, izinlisin. Kendine dikkat et' demesi üzerine, sıkıca giyinip dışarı çıktı.
Dışarıda sanki hiç soğuk yok, aksine çok güzel ve temiz bir hava vardı. Bir müddet yürüyüp deniz kenarına kadar geldi. Denizden gelen esinti onu biraz titretti ama bu kartpostal tadındaki Boğaz Köprüsü manzarası, her şeye değerdi doğrusu. Başka şehirde oturanlar bu manzarayı seyretmek için neler vermezlerdi. Ama bu manzaranın içinde gördüğü başka bir görüntü, onun burnunun kemiğini sızlatmaya yetmişti; Otobüs durağının içinde beklemekte olan üç tane Roman çocuğunun saçları kirli sarı, ortanca olanının ayağındaki ayakkabılara gözü ilişince, içinden bir şeyler koptu ve dünyaya isyan edesi geldi. Adalet miydi şimdi bu? Çocuğun sağ ayağında yazlık bir naylon terlik, üstelik ayakları çorapsız ve çıplak, sol ayağında ise rengarenk bezden yapılma, karışık renkli bir spor ayakkabı, uçları lime lime paralanmış, parmak uçları gözükmekte... Bu kahredici tabloyu gördükten sonra, bu duruma hiçbir şey yapamamanın ezikliğiyle, onların yüzüne bile bakmaya utanarak, kalın paltosuna sarınıp yanlarından geçip gitti.Şimdi kendisine, deniz kıyısında küçük bir çorbacı dükkânı bulmuş hem sıcak işkembe çorbasını kaşıklıyor hem de seyrine doyum olmayan İstanbul'un boğaz manzarasını seyrediyordu. Çalkantılı suyun üstünde yolcu taşımaya çalışan vapurlar, hava soğuk da olsa kayıktaki bir gaz tenekesinin içine ateş yakarak ısınmaya çalışan balık ekmek satıcıları, soğuğu bahane ederek birbirlerinin içine girercesine sımsıkı sarılıp, kar dolu bankın üzerinde oturup denizi seyreden genç aşıklar.
"Abla, başka bir emrin var mı?"
Birden tepesinde dikilen garsonun sesiyle irkildi. Tabii ya çorbası bitmiş, o dalıp gitmişti İstanbul'un şairlere, yazarlara konu olan güzelliklerine.
"Tatlılardan ne var?"
"Burma kadayıf, künefe, kemalpaşa."
"Tamam, sen bana bir kemalpaşa getir."
Çok severdi kemalpaşa tatlısını. Rahmetli babası nasıl eder bulur getirirdi ona. Haa, sizin yediğiniz, hani marketlerden aldığınız kuru kuru şeyler değil. Kemalpaşa dediğin, taze olacak, yumuşacık olacak. Birkaç gün beklettin mi hemen bozulup küfleniverir, çok naziktir. Tazesini şöyle burnuna dayadın mı mis gibi süt kokardı. Haşladıktan sonra şerbetini kıvamında verdin mi irileşir, tadından yenmezdi. Garsonun getirdiği tatlıya şöyle göz ucu ile baktı, gülümsedi. 'Bu kemalpaşaysa, ben de pişmaniyeyim' diye içinden geçirerek, yemeden masadan kalktı ve hesabı ödedikten sonra dışarı çıkıp çocuklar gibi botlarını karların içinde sürüyerek yürüdü, yürüdü...Şebnem, karanlık çökene kadar İstanbul'un tadını çıkarmış, ama hava kararınca kendini hemen kalesine hapsetmişti. Şimdi kaloriferin ısısını biraz yükseltmiş, odanın içini hamam gibi yapmıştı. Gecenin ayazı yavaş yavaş etkisini arttırken, rüzgâr saçaklarda uğulduyordu. Şebnem bu sıcacık odada üzerinde ne varsa çıkarıp atmış, nerdeyse yarı çıplak vaziyette, tek eğlencesi bilgisayarının başında oturuyordu. Eee... Burası onun evi, işyeri, oyun salonu, yani her şeyiydi. Kime ne? Şimdi kendisine takma bir erkek adı yazmış, nette kızlarla dalgasını geçiyordu. Kendini erkek yerine koyup, kızlarla geyik yapmanın apayrı bir tadı vardı. Bazen bu kızlar nasıl da arsızlaşıyordu. Şebnem kız olduğu halde, onların yazdıkları cevapları okuyunca, kulaklarına kadar kızardığı oluyordu. Zamane kızları, ne olacak! Bugün çok yorulduğundan, uykusu erken gelmişti. Oracıkta kıvrılıverdi.
![](https://img.wattpad.com/cover/330611789-288-k367189.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ADIM SARI AÇIK SARI
Fiksi UmumBu kitapta anlatılanlar tamamen hayal ürünü olup, Türkiye'nin 90'lı yıllarda içinden geçtiği, kaos ortamının kurgulanmış halidir. Anlatılanların; gerçeklerle, bahsedilen olaylarla ve kişilerle, uzaktan yakından hiçbir bağlantısı yoktur. Romanda geçe...