Ankara'nın yüksek tepelerinden birindeki kırmızı telefon acı acı çaldı...
"Buyurun Sayın Bir Numara."
"Azizim, haberleri izledin mi? Güneydoğu'da, İl Emniyet Müdürlerinden birine suikast yapmışlar."
"Evet efendim, ben de onu seyrediyordum. Beş polis memuru da Emniyet Müdürünün konvoyunda şehit düşmüş. Alt yazıyla verdiler. Takip ediyorum, gelişmelerden haber aldıkça sizi bilgilendireceğim efendim."
Bir Numara'nın canını sıkkın olduğu, telefonun öbür ucunda oflayıp puflamalarından belli oluyordu. Bu suikastı hiç tasvip etmiyordu. Çünkü rahmetli Emniyet Müdürü onlardan sayılırdı. Ayrıca orada kendine göre bir misyona soyunmuştu. Sıkı işbirliği içindeydiler. Bu göreve soyunmuştu soyunmasına da tüm Diyarbakır halkına kendini çok sevdirirken, önemli bir şeyi unutmuştu. Bu sevgiyi inşa ederken, orada canla başla devleti için çalışan, namlunun ucunda görev yapan kendi polisinin sırtına basarak yükselmişti. Yerel halktan, esnafından simitçisine kadar herkesin sempatisini kazanmıştı ama kendi emrinde çalışan polisinin de bir o kadar nefretini kazanarak. Diyarbakır'da görev yapan bir tek polis gösteremezdiniz ki onu sevsin. Tamam, kendine göre doğru yapıyordu. İllegal yollara başvuran polisleri makamına çağırarak kendi deyimiyle, 'yıkarak' adam ediyordu etmesine ama iyi niyetle çalışan polis de görev yapamıyordu ki!
Devriye gezen polis, sokakta halktan birine bir şey diyecek olsa veya ufak bir kabahati olduğunda azıcık ikaz etse, hemen 'Affan Baba'ya söylerim ha' sözleriyle karşılaşıyordu. Bunu duyan bölge polisi ne yapsın söyler misiniz? Layıkı ile görev yapabilir mi? 'Başlarım böyle göreve' deyip, ipin ucunu salıveriyordu. Niye salmasın? Sen canla başla orada terörle, ne bileyim bir sürü itle uğursuzla savaş, onlara şirin gözükmeye çalışan bir müdür, senin bu tüm şevkini kırıversin. Olacak şey miydi bu? Bu o kadar gerçek bir şeydi ki o bölgede herkesçe biliniyordu. Ne bileyim, sokaktaki bir simitçide bile onun cep telefonunun numarası vardı. 'Bize gelen istihbarata göre o civarın babasıydı ama deyim yerindeyse polislerin de üvey babasıydı' diye düşünüyordu Bir Numara. Birden hayallerinden sıyrılıp sordu.
"Mirim, gelen bilgiler, bu suikastı İslâmi örgütün üstlendiği yolunda galiba, öyle mi?"
"Doğrudur efendim, rahmetli Emniyet Müdürümüz, örgütün imha operasyonlarının hepsine bizzat kendi katıldı. Örgütlerinin çökertilmesini de ondan biliyorlar, tabii ki biraz da emniyetin içindeki İslâmi görüş yanlılarından yardım aldıkları muhakkak. Emniyetin içinde çürük elmalar var, biliyorsun. Şu son dönemde dinci gruplar iyice kadrolaştılar. Polisin içini onlarla doldurdular. Allah sonumuzu hayır etsin. Her neyse. Zaten bu müdüre diş biliyorlardı, onların da desteğiyle böyle zor bir suikastı gerçekleştirdiler. İsteseler onu her yerde vurabilirlerdi. Çünkü gecenin herhangi bir saatinde, yanına koruma almadan, tek başına, bir varoş kahvesinde halkla sohbet ederken görebilirdiniz onu. Böyle göstere göstere bu suikastı yapmak, bir bakıma devlete gözdağı vermekti maksatları. Onu da çok iyi gerçekleştirdiler. 'İşte, biz bir ildeki en üst düzeydeki emniyet görevlisini, en çok korunulduğuna inanılan pozisyonda bile vurabiliriz' deyip, güçlerini göstermek istediler. Emniyet Müdürlüğüne iki yüz metre mesafede, koruma konvoyunun içinde, makam aracı ile giderken suikast gerçekleştirip, suikastı yapanların hiçbirinin kayıp vermeden kaçmaları, o örgütün bile yapabileceği bir iş değildi. Son zamanlarda dünyada böyle bir saldırı gerçekleştirildiğini hatırlamıyorum ben. Ama devletin içerideki çürük elmalar o kadar kinlenmişler ki kaçış yollarını açık tutarak, kusursuz bir plânla bu işi, tereyağından kıl çeker gibi hallettiler. Bak görürsün, kıyıda köşede kalmış İslâmi birkaç militanı yakalayıp, medyanın önüne yem diye atıverirler, o kadar."
Baktı ki Bir Numara dinleme pozisyonunda, o habire anlatıyordu. "Benim canımı sıkan taraf, hiç günahımız olmadığı halde basın, medya, 'Derin Devlet yaptı' deyip, yine üzerimize saldıracak. Hâlbuki bunda bizim rolümüz yok." diye dert yandığında, telefonun öbür ucundan Bir Numara'ın, boğazını gıcık tutmuş gibi öksürüğü duyuldu. İki Numara işkillendi, "Yoksa kısmen de olsa rolümüz var mı efendim?" diye sordu şaşkınlıkla.
İki Numara'nın sorusu havada asılı kalmıştı. Bu konuda cevap vermeden konuşmasına devam etti Bir Numara. "Neyse başka gelişmeler olursa, haber et." dedi İki Numara'nın az önce sorduğu soruyu geçiştirmek istercesine. "Bizimkilere söyle, rahat dursunlar biraz. Ortalık iyice karışık. Hatta Sırtlan'ın adı medyada sık kullanılmaya başlandı. Bir ara uygun zamanda, yetkili bir ağızdan onun 'öldürüldüğü' konusunda bir açıklama geçelim de çeneleri biraz kapansın."
İki Numara'nın canı sıkılmıştı. Ne pis işlerdi bunlar. Tepedeki iki adam bile birbirlerinden sır saklıyorsa, varın siz anlayın gerisini. Ama çaresiz, bu yoldaydılar artık... Dönülmez yolda. "İyi geceler efendim." diyerek kapamıştı telefonu.
Bir Numara yavaşça yerinden kalkıp, pencereye doğru gitti. Kışın da buraları hiç çekilmiyordu. Deniz üstündeki ufuk kapkara olmuş, dalgalar köpük köpük geliyor, sahilde kayaların üzerine, bıkmadan usanmadan savrulup duruyordu. Tekrar koltuğuna dönerken düşünmeden edemiyordu. Mademki bir misyon üstlenmişti; Amerika'nın Büyük Ortadoğu Projesi'nde onların da payı olacaktı. Bu proje bir bir şekillenirken, bu güzel ülkenin geleceği tabi ki onların ellerinde olacaktı. Uzun vadeli bir yol olduğundan, bu sözüm ona hükümetlerle bu iş olmazdı. Zırt pırt değişen hükümetlere, birbirlerini suçlamaktan başka bir bok bilmeyen siyasilere mi bırakacaklardı ülkenin geleceğini? Yok öyle yağma! 'Sular bulanmadan durulmaz' derler. Bizler sabredeceğiz ve mükâfatını mutlaka göreceğiz. Sabır... Biraz daha sabır. Ama yirmi yıldır Avrupa Birliği masalını, hükümetler temcit pilavı gibi halkın önüne sunsalar da kafaları basmıyor ahmakların. Adı üstünde işte... Avrupa Birliği. Dangalaklar! Sen Asyalısın Asyalı! Ulan böyle bir kıta yokken, Avrupa diye bir kıtayı bile onlar uydurmuş baksana! Asyanın uzantısı olan bir burun şeklinde yarımadaya 'Avrupa' deyivermiş herifler! Amaç, doğudan ayrılmak, İslâm kültüründen ayrı bir kıta yaratmak. Bunu da çok güzel başarmışlar işte. Avrupa'nın bir sınırı var, üstelik hepsi de Hıristiyan. Adamlar seni aralarına alır mı hiç! Tam Avrupa Birliğine girelim naraları çoğalmaya başladı mı Amerika kızıp da 'gözünün üstünde kaşın var' diyerekten bir misilleme yaptı mı sus pus oluveriyor bizim ödlek şahinler. Adamlar arıza yaptı deyip füzeyi sallayıveriyorlar bizim geminin üzerine. Ee, sıkıysa dikilsene Amerikaya! Ortadoğudaki en büyük müttefikini Avrupaya kaptırır mı hiç! Tabi ki bu arada, bizim de işimize geliyor AB'ye girememek. Eğer hasbelkader girersek, bizim de süngümüz düşecek, sus pus olacağız, sivil otoriteye bağlı çalışacağız ondan sonra. Neymiş efendim, bizler de sivil otoritenin, yani Savunma Bakanının karşısında esas duruş gösterip, onlara bağlı olacakmışız. Avrupada öyle ya! Eğer AB'ye girersek, Genel Kurmay emirleri Savunma Bakanından alacakmış. Yok öyle yağma. Görürsem söylerim. Hah hah haa! Bir Numara, bu tatlı düşüncelerle koltuğuna biraz daha gömüldü... Kendiliğinden uyuyakalmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ADIM SARI AÇIK SARI
Fiksi UmumBu kitapta anlatılanlar tamamen hayal ürünü olup, Türkiye'nin 90'lı yıllarda içinden geçtiği, kaos ortamının kurgulanmış halidir. Anlatılanların; gerçeklerle, bahsedilen olaylarla ve kişilerle, uzaktan yakından hiçbir bağlantısı yoktur. Romanda geçe...