Danıştay kana bulandı

2 1 0
                                    

     Sırtlan yine bildik yollardan getirilip, İki Numara'nın karşısına çıkarılmıştı. Bu defa İki Numara'nın çok kızgın ve bir o kadar da tedirgin olduğu, öfkeli konuşmalarından anlaşılıyordu. Kızgındı... Çünkü rahibin öldürülme olayı medyada ve görsel basında ses getirmediğinden, Bir Numara tarafından azarlanmıştı. Tamam da Sırtlan'ın ne kabahati olabilirdi ki? Ona söylenenleri harfiyen uygulamış, operasyonu hatasız bir şekilde tamamlamışlardı.
     Tedirgin olmasının sebebi de İki Numara anlattıkça ortaya çıkıyordu. "Bak koçum, yapacağımız bu iş biraz daha tehlikeli," diyordu üstüne basa basa. "Bu defa, iyi korunan üst düzey bir kamu kuruluşuna girilip, üst kademe devlet memurlarından birine suikast düzenlenecek ve katil, İslâmcı kimliği ile adalet karşısına çıkacak."
     Sırtlan'ın şaşkın bakışları arasında devam etti konuşmasına. "Yakalanacak yani senin anlayacağın. Ama her zaman olduğu gibi, siz paçayı kaptırmamaya bakın. Eğer bir şekilde yakalanır veya farkedilirseniz, bizi hiç tanımıyorsunuz." dedi ve güldü. "Hoş, zaten tanımıyorsunuz ama en azından böyle bir oluşumun varlığından haberdarsınız." diye ikaz edince, saygılı bir şekilde itaat ediyordu Sırtlan. "Sizi çok iyi anlıyorum efendim. Vereceğiniz görev, kuşkunuz olmasın öncekiler gibi temiz bir şekilde ifa edilecektir."
     Yüzüne vuran kuvvetli projektör ışığının önünde, karanlık bir siluet halinde gözüken İki Numara, gözlerinin kamaşma pahasına hiçbir sıkıntı emaresi göstermeden, onu pür dikkat dinleyen Sırtlan'a bakıp, içinden 'işte davamızın gerçek kahramanı' diye düşünürken, konuşmasını sürdürdü. "İşin bu yönünden hiçbir kuşku duymuyorum ama bu operasyonda da rahip olayında olduğu gibi, başkasını kullanacağız."
     Sırtlan sabırla dinliyordu. "Anladım efendim."
     "Bu şahıs, güvenlik güçleri tarafından yakalanacak şekilde plân yapın. Bu defa, çocuk kandırma olayı gibi olamayacağından, bulacağınız kişi bu işe istekli olması lâzım ve aynı zamanda 'dava adamı' yani 'ötmemesi' gerekiyor." İki Numara konuşurken, Sırtlan da 'bu işi kime ihale ederim' plânları yapıyordu kafasında.
     İki Numara'nın anlattığına göre, iş yine diğerleri gibi İslâmi kökenli bir saldırı olacak ve Türk halkının, yavaş yavaş bu İslâmi akımdan tedirgin duyacak hâle gelmesi sağlanacak. Ama kim yapabilirdi bu işi? Tabii ya... Neden olmasın! Bulmuştu.
     İki Numara yapılacak işin ayrıntılarını anlatırken, Sırtlan da kendince kafasında bir plân oluşturmaya çalışıyordu. Onun bu düşünceli tavrı, İki Numara'nın dikkatini çekmişti. "Koçum sen beni dinlemiyorsun galiba? Sanki kafan başka yerde gibi..." deyince, birden silkindi Sırtlan, "Dinlemez olur muyum efendim. Hem dinliyor hem de bir plân yapıyorum." dedi terbiyeli bir şekilde.
     Gitmesi için işaret etti ona. "Tamam o zaman söyleyeceklerim bitti. Senin ekleyeceğin veya soracağın bir şey yoksa gidebilirsin." 'Yok' anlamında başını iki yana sallayan Sırtlan, geri geri giderek kapıdan dışarı çıktığında her zamanki gibi dışarıda onu bekleyen, ızbandut iki herif vardı. Gözleri bağlandıktan sonra, geldiği zorlu yolları, geçitleri bir defa daha geçmek üzere yola çıktılar.
     Celal, Sırtlan'dan gelen telefonu açtı. Onun tarif ettiği yere yıldırım hızıyla arabası ile gittiğinde, abisini yol kenarında bir taşın üzerinde oturuyor buldu. Atladı hemen arabadan Celal. "Abi, çok bekletmedim ya?" Sırtlan, önemsizmiş gibi elini salladı. "Yok yok, şimdi geldim."
     Şimdi ikisi de araca binmişler, Silivri'deki yerlerine doğru gidiyorlardı. Sırtlan birden, "Celal, geçenlerde şu yaptığımız Hizbullah operasyonunda, öldürmeyip de acıyıp salıverdiğin iki kişi var ya, onlar bana lâzım, hemen acilen. Neredeler?" diye sorunca, apışıp kalmıştı Celal. Nasıl olur bu? Onları öldürmeyip saldığını nerden bilebilirdi ki? Celal birden ürperdiğini hissetti, yalan söylemenin âlemi yoktu. Yutkundu. Demek ki Sırtlan her şeyi biliyordu. Onları öldürmeyip salıverdiğini bir şekilde öğrenmişti. Bir bu huyunu sevmiyordu Celal kendinin. Arkadaşlarına karşı yufka yürekliydi. Sırtlan gibi olamıyordu işte ne yapsın.
     Kızmadan, sakin bir şekilde söylediğine göre, kem küm etmeye gerek yoktu. Ee, ona boşuna 'Sırtlan' dememişler. Telâşını ne kadar belli etmek istemese de sesinde garip bir titreklik vardı Celal'in.
     "Hemen Abi, araştırıp yerlerini tespit ettikten sonra, yarın ikisini de karşınıza dikerim."
     Sırtlan, Celal'in heyecanını fark etmiş olacak ki çekinmemesi için onu sakinleştirme çabasındaydı. "Oğlum Celal, nasıl olsa sana bir can borçları var. Onları öldürmeyip azat ettiğin için vereceğimiz bu görevi seve seve yapmaları lâzım. Onları ben de tanıyorum. Hukuk Fakültesinden mezun olan uzun boylu genç, bayağı yırtıcıydı. Avukat olduğunu duymuştum ama sanırım avukatlık yapmıyor. Bu yeni işi onlar bitirecek. İş bittikten sonra kaçmayıp yakalanmış gibi yapacak, polise bizim söylediklerimizi okuyacak." dedi ve 'sonra biz onun beynini hapishanede sıfırlarız' diye geçirdi içinden.
     Celal'in kullandığı araç Küçükçekmece Gölü'nün kenarından hızla ilerleyerek akşamın karanlığında hızla akan trafiğe karışmış, İstanbul ile Tekirdağ arasında bağını koparmayan, ama gittikçe çoğalan bu sayfiye evlerinin, çoğunlukla kirli işlerde kullanıldığı herkesçe bilinen villa kentlerin önünden akarcasına gidiyordu.

ADIM SARI AÇIK SARIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin