Zirve telefonları

3 1 0
                                    

     Soğuk geçen uzun kış geceleri sona ermiş, yaklaşan baharla beraber günler uzamaya başlayınca, Egede havalar biraz daha erken ısınmaya başlamıştı. Tripleks villasının geniş balkonunda, güneşin ilk ışıklarını iliklerinde hissetmeye başlayan bu dinç ihtiyarın, her ne kadar vücudu dirençli olsa da hava serinliğini hâlâ muhafaza ettiğinden, sırtında hafif ürperti nöbetleri geçirtiyordu. Elindeki bastona dayanarak, bambudan yapılma sallanan sandalyesinden kalkıp, yavaşça balkon korkuluklarına doğru yürüdü. Şimdi, denizin o hırçın dalgalarını daha net görebiliyordu. Hafif esen rüzgâr, dalga uçlarında küçük köpükler oluşturuyor, hayal meyal seçilen iskelenin tahta ayaklarına, sertçe darbeler vuruyordu.
     Birden salondan yaklaşan ayak sesleri duyuldu; "Efendim, telefon çalıyor."
     Odadaki kırmızı özel telefon çaldığında, hizmetçinin bakması yasaktı. Normal hattın her yerde paraleli vardı ama kırmızı telefon bir taneydi. O numarayı da arayanların sayısı bir elin parmaklarını geçmezdi. İçeri, odaya geçerek ahizeyi kaldırdı. "Alo buyurun." Telefon kıtalararasıydı. İngilizce hâl hatır sormalardan sonra, beş on dakikalık kısa bir görüşme olmuştu. "Yes sör!" dedi ve telefon kapandı.
     Bir Numara hemen telefonun ardından tekrar tuşlara hızlıca bastı. Bu defa karşısında İki Numara vardı. "Azizim nasılsın? Görüyorsun ya kışı atlattık, romatizma pek yürümeme müsaade etmiyor ama idare edeceğiz." gibilerinden havadan sudan konuştuktan sonra esas meseleye geldi. "Haa, az önce Amerikalı dostlarımız aradı. Avrupa İnsan Haklarından bir grubun, bizim İmralıdaki saygıdeğer konuğumuza(!) ziyarete gelecekleri istihbaratını almışlar, sağolsunlar bizi uyandırıyorlar. O şerefsiz yan gelip yatarken, domuz gibi beslensin diye vermiş olduğumuz, bol karbonhidratlı, bol yağlı mönüden bu hafta vazgeçelim. Herifçioğulları maksadımızı anlayabilirler. Neme lazım. Hoş, biz ne kadar bizim milli yemeklerimiz falan desek de bunlar kurt gibi uyanık olurlar netekim. Onu biz beş altı sene daha beslersek, bu zaman içinde duba gibi yapıp, kalpten eşek cennetine yollarız. Zaten o zamana kadar da sempatizanları kuyruklarını apış aralarına almış olurlar. Ama bu Avrupa'daki yandaşları onu çok sıkı takip ediyorlar. Amerika'dan diyorlar ki çok dikkatli olun! Aman gözünü seveyim." 'Bu ihtiyarında gün geçtikçe çenesi düşüyor' diye düşündü İki Numara. Bir şey anlatacak, uzattıkça uzatıyor...
     "Alo! Orada mısın?"
     "Haa, evet... Anlaşıldı efendim, ben işi organize ederim."
     "Bir de şey dediler... 'Himayelerindeki Pensilvanyadaki Fetullah Hoca'ya, Türkiye'den köşe yazılarıyla, kitaplarıyla fazlaca yüklenen, yazar geçinen bir profesör varmış. Onu bir punduna getirin' diyorlar. Ben onu çok iyi tanıyorum, o şimdi rahat durmaz başka yerlere de saldırır. Tam böyle bir yere, yazılarıyla saldırdığı bir anda işini bitirelim ki kamuoyu darbenin nereden geldiğini anlamasın. Yani hedef saptıralım. Ama acele etmeyelim, tam anını kollayalım."
     "Anladım efendim. Ortam oluşuncaya kadar bekleyeceğiz." diye cevap verdiğinde, Bir Numara birden lâfı değiştirdi. "Ne o? Çoktandır ziyaretime gelmiyorsun? Yaza kahvemi içmeye bekliyorum bak, unutma." İki Numara kibarca kabul etti daveti ama hiç gidesi yoktu. "İnşallah efendim, kısmet diyelim." diyerek konuşmayı kesmek istese de Bir Numara'nın keyfi yerindeydi. Konuşmayı uzattıkça uzatıyor, sağdan soldan devamlı konu açıyordu. "Senin diğer yaramazların sesi soluğu çıkmıyor, rahat duruyorlardır inşallah?"
     "Evet efendim, aynen dediklerinizi aktardım. Ayrıca, Sırtlan'ın da 'bir çatışmada öldüğü' haberini yaydık ama kamuoyu inanmış görünmüyor."
     "Varsın inanmasınlar. Tekrar görüşmek üzere, hadi hoşçakal."
     Kırmızı telefonu yerine koyan Bir Numara, tekrar balkondaki sallanan sandalyesindeki yerini almak için giderken, bu defa dizlerinin üstüne bir battaniye almayı ihmal etmemişti. Şimdi balkonda oturmuş, Yunanistan adlarına bakarken eski günler aklına geliyordu. Eskiden ne güzeldi. Kaşının üzerinde gözün var deyip, aralarında kıta sahanlığı meselesi uydurmuştu Amerikalı dostları. Ege Denizi'nde petrol arama bahanesiyle verip veriştiriyorduk Yunanistan'a. Gemilerimiz açıklarda tur atıyor, uçaklarımız vızır vızır uçuyordu Ege üzerinde. Ah ah! Ne güzeldi o günler. Gazeteler, televizyonlar, tüm basın bu haberlerle çalkalanıyordu. Güzide kahraman ordumuz, ülkenin gözbebeği Silahlı Kuvvetler göklere çıkarılıyordı. Ama Yunanistan AB'ye girdiğinden beri işler şıp diye kesiliverdi. Oyuncağımız elimizden alınıvermişti. Sağolsun bizi çok seven Amerikalı dostlarımız, Güneydoğuda PKK denilen yeni bir oyuncak icat etmişti ama bu oyuncak arada bizim de canımızı yaktığından, halkımıza bunu anlatmakta zorlanıyoruz. Birden bu dinci hükümet aklına gelince yüzünü buruşturdu. Sinirinden denize doğru tükürdü. "Şu lanet irticacı hükümet geldiğinden beri rahatımız kaçtı. Bizim yalanlarımıza artık halk inanmıyor." diye mırıldanarak battaniyesini toplayıp salona doğru yürürken, aniden midesine inen sancıyı geçirmek için mutfağa yöneldi.

ADIM SARI AÇIK SARIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin