Biri tombul, diğeri sivri iki piç

1 0 0
                                    

     Bostancı sahil yolunda en sağ şeritten ağır ağır seyreden, metalik füme renkli otomobilin direksiyonunda oturan bu kişi Metin'den başkası değildi. Şebnem de ön koltuğa, yanına oturmuş, sırtını kapıya vermiş vaziyette lâflıyordu. "Sana sabret demedim mi hayatım? Bak, istediğin arabayı aldık, hem de hiç sıkışmadan. Hatta, bol bol yetecek paramız var daha." Metin'in ise ağzı kulaklarındaydı. "Ben de sana başka iyi bir haber vereyim o zaman. Yaptığım bilgisayar proğramıyla, banka işinden küçük küçük meblağlarda para çekmeye başlamışlar. 'Eğer tamah edip, ufak ufak tırtıklamalar yaparsak' diyor Sedat abi, bu sanal banka işine girmiş olan kerizler, eksilen o paraları masraf sanıp, sittin sene ayıkmazlar. Çok yakında aylık halinde, oradan da gelirimiz olacak." Şebnem, Metin'den yana sokuldu. "Desene çalışmadan aylık gelirimiz olacak memurlar gibi, oh ne alâ." deyince onun yüzüne baktı Metin ama anlaşılmıyordu gerçek mi dediği yoksa alay mı ettiği.
     Arabayı sahildeki kayaların yanına çekmişler, yüksekçe bir kayanın üzerine oturan iki sevgili, bu yaz sonu güneşinin uzaklarda, denizin içine hoş kızıllıklar saçarak kayboluşunu izliyordu. Güneş ufukta kaybolurken denizden esen serin rüzgâr, iki gencin içinde ürpertiler geçirtiyordu. Metin montunu çıkartarak Şebnem'in omuzlarına örtmüş, onu iyice yanına çekerek, kulağına aşk sözcükleri fısıldıyordu. Yazın son günlerinin tadını çıkarmak isteyen başka âşıklar da kendilerine birer kaya üstü veya daha derinlere dalmak(!) isteyenler ise birer kuytu kaya gölgesi seçmiş, güzel manzaranın karşısında birbirlerine sevgilerini gösteriyorlardı(!)
     Güneş iyice kaybolmuş, etraf kararmaya başlayınca kalkmışlar, arabalarına doğru giderken Şebnem'in gözü biraz ileride park etmiş motosiklete takıldı. Birden hayalindeki o günkü kapkaç olayı canlanınca, tüyleri diken diken oldu. Meliha ablasının ölümüne sebep olan motora benziyordu. Eğer kullananları da görürse iyice emin olacaktı. Çünkü o iki piçin görüntülerini bir fotoğraf gibi beynine kazımıştı. Hele çantayı çekip kaçan o genç geriye doğru baktığında, onunla gözgöze bile gelmişti. O sivri, sivilceli suratı, kurbağa gibi patlak gözleri unutmasına imkân yoktu. Motoru kullananın yüzünü hatırlamasa da kısa boylu, tombul suratlı, hatta boynu yok gibi içine kaçmış hâlini çok iyi hatırlıyordu.
     Şebnem'i aniden bir ter, bir heyecan basmış, eli ayağı buz gibi olmuştu. Metin'e çaktırmadan onlar mı değil mi anlamalıydı önce. Yoksa çılgına döner, onları kaçırtır, pişmiş aşa su katardı. Metin'in koluna sıkıca sarılıp, ileriye doğru yürüyen Şebnem, "Bir tanem, istersen buralarda biraz daha dolaşıp, bu güzel havanın tadını iyice çıkaralım." dedi. Metin için hava hoştu. "Sen bilirsin, üşümeye başladın diye kalkmıştım ben."
     Aslında Şebnem'in amacı, o iki zibidiyi görürüm umuduyla dolaşmaktı. Şimdi sahil boyunca turluyorlar, manitasını alan bir kaya dibine çökmüş, hülyalara dalmışlar, kimse kimseyi gözü görmüyordu. Hah! İşte ileride sap sap dolaşıp çanta kollayan o iki kişi, kesin onlardı. Ta buradan bile belli oluyordu, biri tombul diğeri sivri iki piç! Şebnem daha da emin olmak için, onların yanına doğru Metin'i adeta sürükledi. Adının Şebnem olduğuna kesin nasıl inanıyorsa, zavallı Meliha ablasının ölümüne sebep olan piçler de bunlardı. İşte şu kısa boylu, boynu içine kaçmış götten bacaklı, diğeri de sivri suratlı, gözleri pörtlek orospu çocuğu! İkisinin de üzerine panter gibi atılıp, tırnaklarını yüzlerine geçirmemek için kendini zor tutuyordu. Metin'den korkuyordu ama nerdeyse kendisi işleri bozacaktı. "Canım ne oldu, hasta mısın? Yüzün sarardı birden." deyince Metin, yalana sarıldı hemen. "Yok bir şey. Biraz üşüdüm herhalde, arabaya gidelim." Şebnem geriye dönüp arabalarının yanına giderken, motorun plâkasını almak için motorun yanından iyice yavaş geçti. Yine buralarda bir can daha yakacaklardı anlaşılan. Baksanıza, plâkayı yukarıya doğru katlamışlar okunmasın diye. Ama zorla da olsa okuyup aklının bir köşesine yazdı Şebnem. Bundan sonrası çorap söküğü gibi gelirdi. Polise gitse, kesin yakalayıp içeri attırırdı ama kendi kimliği başına belâydı. Ama polise gerek yok... Dur bakalım, Sedat abisi bu işi bitirirdi.
     Şimdi arabalarına binmişler ağır ağır giderlerken, kapkaççı dallamalar etrafı kesiyorlardı. Nedense Şebnem'in araç içinden dik dik baktığını farketmişler, güzel bir kızın kendilerine doğru baktığını görünce, sırıtık bir şekilde pişmiş kelle gibi sırıtıyorlardı. Hatta biri, üflemeli öpücük bile atmıştı. Şebnem onlara sinirli bir şekilde gülümsedi ve Metin'i şaşırtacak bir olay yaptı aniden. Birden sol elini hafifçe kapatıp yumruk yaptı ve onlara göstere göstere diğer elinin avuç kısmı ile kapattığı elinin üzerine sertçe vurarak, kuvvetli bir 'şrraak' çekmişti. Bu, 'bak ben size nasıl geçireceğim' demekti. Birden şaşıran Metin ne olduğunu anlamış, Şebnem'in bu hareketine kahkahalarla gülmeye başladı.
     "Ne yaptın kız öyle?"
     "Görmüyor musun, o iki piç nasıl da yavşıyordu!"
     "İstersen eski günlerdeki gibi geri dönüp dövelim." deyince, Şebnem'in yüzünde şeytani bir gülümseme belirdi. Hiç belli etmedi ama içinden, 'ben onları değil dövmek, bu dünyaya geldiklerine pişman etmezsem, bana da Şebnem demesinler' diye geçirdiğini Metin nereden bilsin ki?
     Sahil yolunu geze geze Kadıköy'e gelmişler, evlerine dönüyorlardı ama Şebnem'de bir durgunluk vardı. O cıvıl cıvıl Şebnem gitmiş, yerine düşünceli, yüzünden düşen bin parça bir Şebnem gelmişti. Bu hâli, tabi ki Metin'in gözünden kaçmadı.
     "Ne o bir tanem, hasta mısın?"
     "Ne? Haa... Şeyy, iyiyim ben, iyiyim... İyi."
     Metin hem arabayı sürüyor hem de yan gözle onu süzüyordu. Şebnem sanki kendi kendine konuşurmuş gibi dudakları kıpırdıyor, ellerini istem dışı hareketle, 'öyle olsa böyle mi olur' der gibi oynatıyordu. Metin sert bir fren yaparak, arabayı kaldırımın kenarına çekip durdurdu. "Eğer ne olup bittiğini anlatmazsan, şuradan şuraya gitmem, bilmiş ol!" diye çıkışınca, Şebnem ne kadar "Yok bir şey..." dese de kaç yıldır birlikte zaman geçirdiği Şebnem'i, o bilmeyecek de kim bilecek? Daha fazla saklamanın gereği yoktu. "Söylerim ama önce beni dinleyeceğine söz ver, ondan sonra." deyince, Metin içinden bir 'hasbinallah' çekti.
     "Peki söz, yumurtla bakalım neymiş?"
     "Tamam, şimdi de Sedat abiyi ara cepten... Buluşalım."
     "Kızım, Sedat abiyi ne yapacaksın? Sen derdini anlatsana bana adam gibi!" diye sıkıştırsa da Şebnem'in ters ters baktığını görünce, bu kızın keçi inadını bildiğinden, dediğini yapmaktan başka çare yoktu.

ADIM SARI AÇIK SARIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin