Ay

1.3K 46 5
                                    

Göksel - Aşkın Yalanmış

'Dünya yanacak olsa kötüler ayaklarını kaldırır.' derlerdi, kötüler ayaklarını kaldırır hep iyiler yanar çünkü iyiler, ateşten bile iyilik beklerler. Küçükken babaannem ne zaman bunu söylese dünyanın en saçma lafı sanardım, büyüyünce ayağımı kaldırmadığım her saniyede bunun pratikte ne demek olduğunu öğrenmiştim. Cayır cayır yanarken neden o kötülerden biri olamadığımı bilmeye çalışmıştım.

"Birisini ateşe çekersen yandığı için onu suçlayamazsın." diye çığırdı kafamın içindeki ses.

"Burada yanımda yürümekten mutlu değilsin değil mi?"

Enes'in sesiyle kafamın içindeki düşüncelerin ellerinden kurtulmuştum. Güneş batmaya başlarken suratıma suratıma geldiği için kafam yerde geziyordum. Enes, evde hazırlamam gereken eşyalar var dese de çocuklarla biraz daha oturmuştu. Kimseyi kırmadığı için içim rahattı ama yine de şu an Ceren'in yanında olup olmamak istediğimi bilemiyorum. Aklım hala daha Nergis'le çay içmeye giden Emirhan'daydı.

"Problem değil." dediğimde elini koluma dolayıp beni durdurdu. Parmakları etimi sıkmıyordu ama yine de ipi tenimde germişler gibi acımıştı.

"Melek!"

Derin bir nefes verdiğimde anca gözlerine bakacak gücü kendimde bulmuştum.

"Ne var ya?" diyerek bileğimi parmakları arasından kurtardığımda dünyanın en saçma şeyini yapıyormuşum gibi bana bakan Ceren'e baktım. İçimde öyle bir sıkıntı vardı ki buradan arkama bile bakmadan kaçmak istiyordum. Boğazıma etraftaki tüm ağaçların kökleri sarılıyordu; nefes alamıyordum, yüzüm kıpkırmızıydı ama Ceren benimle konuşmaya çalışıyordu.

Derin bir nefes alıp biraz daha nazik olmayı denemek adına "Efendim Ceren? Mutlu değilim, daha ne duymak istiyorsan sor hadi." dedim uğraşmadan sert çıkan sesimle. Emirhan, suratıma bakıp neden gittiğimi bile sorgulamadığı için koşturarak ona doğru kaçasım geliyordu. Bu ona bağımlı olduğum için değildi, Enes gibi Emirhan'a bağlı değildim; sadece o bana bakınca içim rahatlayıveriyordu bir anda. Şimdi içimde çığlıklar atan biri vardı, kendi kendine konuşuyor ve zihnimi zehirliyordu.

Ceren Enes, bir anda beni kaldırımda bırakıp sağdaki parka doğru saptığında adımlarımı durdurup onu takip ettim. Yokmuş gibi davranınca yok olmuyordu işte, ricasını kabul etmek benim hatamdı yine.

Ceren, küçük bir bahçeye sığan parkın tek bankına oturup önündeki kaydırakları izlerken ben de olabilecek en yavaş adımlarla yanına gidip bankın kenarında ayakta durdum.

"Acelen var sanıyordum." deyince kafasını yana çevirip yukarı kaldırdı.

"Otursana Melek."

Ellerimi yumruk yapıp bir gayret adımlayarak önünden geçtim, yanına oturduğumda sanki kalkıp gidecekmişim kaygısı üzerinden kalkmış, bir nefes vermişti burnundan dışarı. Yüzümü ondan tarafa çevirmedim; parkın kaydırağından kaydırdım gözlerimi, salıncağında sallandırdım, kumunda yuvarladım.

"Bu parkta kafanı yarmıştın Melek, sonra çocuklar kafana reçel döküldü sanmışlardı." diye yine eskilerden konuşmaya başladığında kaydıraktan kayan küçük Melek'i görmüştüm. Sakince kaydırağından kaymadan önce kafasını çivilere çarpmıştı, acısını umursamadı çünkü Enes onunla kaymak istememiş, Efe'yle dönen alete binmişlerdi. Koşuşturmaca oynuyorlardı, yani Melek kafasında Enes'i kovalıyordu ama Enes bir anda Melek'i unutmuştu. Kafasında çok büyük bir acı da yoktu zaten, gözleri Enes'te dolanırken umursamaya fırsatı kalmamıştı; yanına gelen Demir "Melek kafana ketçap mı döküldü?" demeseydi şakaklarına doğru akan sıvıdan bir haberdi.

Mahallem BuluttanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin