Bölüm şarkısı: Of Monsters And Men-Silhouttes
"Yavaşça kalkıyorum, ellerim ve ayaklarım artık daha güçsüz. Ve sen başımı koyduğum yatakta kıvrılmışsın. Görebildiğim hiçbir şey yok, karanlık bana dönüşüyor."
-
"Uyumak istersin ama uyuyamazsın. Büyük şeyler yapmak istersin ama sadece boş bakışlarla duvarı izlersin. Birini sevmeye başlarsın, sevdiğini söylersin ve gider."
Yağız umursamazca sigarasını içerken bir öğrencinin öğretmenini dinlemesi gibi onu dinliyordum. "Ve buna umursamazlık deniyor, öyle mi?" diye sorarken cümlelerim gençliğin taze ve ılık kanından kokuyordu, onun kelimeleri lanetli kan gibi kokarken.
Maviye çalan gri gözleri anlamadığımı vurgularcasına bana döndü, dudaklarının arasından duman çıktı ve sigaranın dumanı ciğerlerime işledi. "Umursamazlık değil küçüğüm, arasında büyük fark var. Tükenmişlik."
Sigarasını elinden alırken öğretmenin gelip gelmediğine bakmak için arkamı döndüm, yangın merdiveninde sigara içiyordum ve yakalanırsak dokuzuncu sınıf olduğum için ben uyarı alırdım çünkü okula başlayalı daha bir ay olmamıştı ama Yağız on birinci sınıf olduğu için ona karışmıyorlardı. Sigarayı dudaklarıma götürürken çıkan dumanı izledim.
"Saçma. Çok kasvetli konuşuyorsun, on yedi yaşındasın Gürsoy." Ardından ona fazla sert çıkıştığımı düşündüm ve ilgileniyor gibi gözükmeye karar verdim. "Umursamazlık bu değilse ne peki?" Önüme düşen saçları tek eliyle geri iterken saçlarımda eli kaldı ve saçlarımı okşadı.
"Umursamazlık, küçüğüm..." Saçımı kulağımın arkasına atarken bakışlarımız aynı hisleri paylaştığını ifşa edercesine buluştu. "Elinde olduğu halde yapmamaktır, tükenmişlik ise yapmak istesen bile yapamamaktır, yapmak için belki sebebin vardır ama yapacaklarının altından ne kalkacak gücün ne de yapmaya takatin vardır."
Elleri saçlarımdan yüzüme gelirken gözlerimi kapattım, aramızda o tür bir şey olmasa da hayalini kurmak güzeldi. Başparmağıyla dudaklarımı okşarken onu öpme isteğiyle dolmuştum ama uzun sürmeden elimdeki sigarasını aldı ve son kez içine çektikten sonra merdivende söndürdü.
"Bunları düşünmek için çok erken küçüğüm, sen neşeyle gülmeye devam et, sen gülünce dünya katlanılabilir bir yere dönüşüyor."
"Öyle mi?" derken saf bir çocuk gibi güldüm.
"Gelecek teneffüs yanına gelirim, senin aksine derslere girmek gibi bir huyum var. Görüşürüz," derken arkasını döndü ve kapıyı açarak koridora çıktı.
Yağız Gürsoy yeniden bana umut verdikten sonra belirsizlikle baş başa bırakıyordu.
Sıska vücudum eski bir düşün getirdiği acıyla birlikte ürpertici soğuğa teslim olmuştu. Sanki soğuk ve hafif bir el, vücudumun üstünden geçmiş gibiydi. Gözlerimi acıyla açtım ve ayaklarımı hareket ettirdim. Soğuk tenime işledi. İçerisi buz gibiydi, yazlık olduğu için ısıtma olduğunu sanmıyordum, üzerimde sadece ince bir battaniye vardı ama soğuk içeriye hücum ediyordu.
Neredeyse vücudum onunkiyle tek vücut olmuştu. Başımı göğsünden kaldırdım ve doğrulmaya çalıştım. Onu rahatsız etmeden ondan ayrıldım ve battaniyeyi onun üstüne örttüm, hala uyuyordu. Uyurken bile o tehditkar görüntüsünü kaybetmiyordu, çok sert yüz hatlarına sahipti ve bu beni yeterince ürküttüğü gibi sert tavrını takınınca karşısında bir şansım olmuyordu. Yenilmez bir profili vardı, profilini üzerinde taşıdığı gibi kullanıyordu, ne isterse elde edene kadar durmuyordu. Onu Yağız Gürsoy'a benzetmemin yanlış olduğunu biliyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BAŞKASI
General FictionDoğukan Arınç Balcı. Dünyasını, bize yaşamı anımsatan bütün canlı renklerden soyutlamış ve en az kendisi kadar hissiz bir hayat olan griyi yaşıyordu, dünyasında ona ait tek renk, griydi. Tehditkar, sert, hükmedici ve çekici görünümünün ardında...