Bir romanın ilk sayfası bir kızın ilk öpücüğü gibidir, romanın ilerleyen sayfaları alevlenmeye başlamış bir ilk aşk gibidir, romanın son cümlesi sonsuzluğun ilk cümlesidir.
Benim ilk öpücüğüm İlyada'nın ilk satırlarıydı, Akhilleus'un düşünceleri ve istekleri arasında sıkışmış duygular bir sevgilinin şefkatiyle yüreğimdeki kuruyan imzasıyla benim ilk aşkımdı, destanın son sayfaları dudaklarımda tadı kalmış satırların izleriyle sonsuzluğun açılmaya başlamış kapılarıydı.
Dudaklarımda satırların tadı varken, satırlara mühürlü dudaklarım başka bir erkeğin dudaklarını kabul etmiyordu.
Dudaklarımın tadıyla oynayan satırların tadı, karakterlerin hazları artık bana sahip olmuştu, ben de onlara. Genç olmanın tasviri, damarlarda neşe ve gençliğin simgesi olan o ılık kandı. Bir tebessüm yıllar sonra gölgeye düşmüş olsa bile gençlikte bana mutluluk veren her şey daima beni genç tutacaktı. İlyada'yı okuduğum sıralarda kurtların arasındaydım, hala saf ve nefret dökülmemiş masum ruhumu anımsatıyordu.
Satırlar bana günahsızlığı ve temizliği vaat ederken kirli kalplerini kıskançlık ve kin doldurmuş insanlar bana gözyaşlarını vaat ediyordu.
Aşk çınarları Yağız Gürsoy için kalbimde yeni yeni filizlenirken ben çoktan Helen olup Paris'e vurulmuştum, Helen bendi, ben de Helen idim.
Aşk çatışmasının yaşanması için öncelikle ortada gerçek aşk olması gerekirdi.
Dünyanın en güzel kadını olarak geçen Sparta Prensesi Helen, Menelaos'un karısıydı ve Menelaos Sparta Kralı olmuştu. Ancak Truva Prensi Paris ve Helen birbirine aşık olmuştu, Truva'ya kaçmışlardı. Menelaos kardeşi Miken Kralı Agamennon ve ordusuyla birlikte Truva'ya savaşa gitmişti. Agamennon ve Akhiellus arasındaki kıskançlık yüzünden destanın birinci kısmı Akhiellus'un öfkesiyle ilgiliydi.
Akhiellus savaştan uzak durduğu sürece Akha'ların kaybetmesi için tanrıça annesi Zeus'a yalvarmıştı, savaş 9 sene sürerken askerler salgın ve umutsuzluk nedeniyle birer birer kırılıyordu. Savaşın on ikinci senesinde Truvalıların tarafını tutan Tanrı Apollon, Akhiellus'un dostu ve kuzeni Patroclos'u meydan okuma sırasında itmiş, zırhını çözmüştü ve savunmasız kalan Patroclos'u önce Euphorbus yaralıyordu ardından Truva Prensi Hector öldürüyordu.
Akhiellus kuzeni ve dostunun ölümüne öfkelenerek Truva Prensi Hector'u öldürüp cesedini at arabasına bağlayarak surlarda sürüklüyordu. Truva Kralı Primaos oğlunun cesedini Akhiellus'tan istiyordu ve Akhiellus merhamet ederek cesedi veriyordu, Prens Hector için cenaze töreni düzenleniyordu ve destan orada bitiyordu.
Akhiellus daima yüreğimdeydi, destan asla sona ermemişti. Gözlerimi kapattığımda şehrin alev aldığını görebiliyordum. İlyada'yı ilk okuduğumda on dört yaşımdaydım, dört gecede bitirmiştim ancak bir romanı asla ikinci kez okumayacağım sözüne rağmen günlerce İlyada'yı okumuştum. Başucu romanım İlyada'ydı, ilk aşkım ve ilk tutkumdu, bugün bile en sevdiğim roman İlyada'ydı.
Son cümleyi yıllar sonra tekrar okudum ancak destan hiçbir zaman benim için sona ermemişti. Kitabın sıcak samimiyetine dokunan soğuk parmak uçlarımla kitap kapağını kapatırken telefonum çaldı, içim destanı okuduğum ilk günkü heyecanla dolmuştu. Dudaklarımda gençliğimin taze baharından kalma gülüşü varken telefona uzandım ve kim olduğuna bakmadan açtım.
"Ayça?" İşte o ses. Damarlarımdaki ılık gençlik kanını kasvete boğan o ses, aşk duygusunu katlederek ellerinde mutluluk kırıntıları varken beni sevdiğini iddia eden adam.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BAŞKASI
General FictionDoğukan Arınç Balcı. Dünyasını, bize yaşamı anımsatan bütün canlı renklerden soyutlamış ve en az kendisi kadar hissiz bir hayat olan griyi yaşıyordu, dünyasında ona ait tek renk, griydi. Tehditkar, sert, hükmedici ve çekici görünümünün ardında...