Bir anda her şeyken aslında hiçlik olduğunuzu fark etmiş miydiniz? Bütün dünya ayaklarınızın altındayken aslında o dünyanın hiçbir zaman var olmadığını fark etmiş miydiniz? Sevdiklerinizin aslında nefret ettiğiniz insanlar olduğunu fark etmiş miydiniz?
İçimdeki duygularla birlikte koca bir hiçlikten ibarettim, insanların varlığımı umursamadığı, yokmuş gibi davrandığı bir kişiliktim, kocaman bir hiçliktim.
İnsanlar beni bir hiçlik gibi hissettirmişti.
Kırgın ifademle tek başıma yemeğimi oyalanmak için karıştırırken kimsenin gelip bana neden üzgün olduğumu sormadığı bir hiçliktim. Yalnızlıktan, ihanetlerden, ruhunun en ücra köşesi kesilmiş ve içindekiler dışarı çıkmış ve kalbi kırılmış bir genç kızken gözyaşlarım birer birer düşerdi. Beni yüzme bilmeden boğulduğum o okyanusta kurtaracak kimsenin olmadığı bir hiçlikte olduğumu çok uzun zaman önce fark etmiştim.
Eskiden hiçliğin içinde sürüklenirdim şimdiyse hiçliğin ta kendisiydim.
Bir pelerinim vardı benim, ruhumu sakladığım, ruhumu saklamak için ruhumu sattığım. İçine girip beni hiçlikten ibaret gören insanları görmezden geldiğim, kişiliğim yüzünden yeterince aşağılandığımda yeniden soğuk, kibirli, kötü sıfatlarıyla aşağılanmaktan korktuğum için geceler boyu sığındığım, orada yarattığım hayali dünyaya kimseyi sokmadığım bir pelerinim vardı.
Pelerinin ardındaki dünya karanlık ruhumun üzerine açılan bir renk gibiydi. Pelerinin ardında sakladığım kişi ve eskiden olduğum kişi vardı. Benim en büyük kaçışım ve savaşım pelerinin ardındaki dünyadaydı. Pelerinim saklandığım ve kaçtığım yerdi. Pelerinimin ardında ruhumu sattığım şeytanlar vardı ve pelerinin ardında işkence gören bendim.
Kafamda durduramadığım çarklar dönüyordu ve şeytanların sesleri vardı. Bana insanların benim hakkımdaki düşüncelerinde yanılmadığını, benim bir hiç olduğumu vurgulamıştı. Çaresiz olduğumu, çaresizlikten ruhumu onlara sattığımı söylerlerdi. Bense hiç olduğumu kabullenip geri çekilmiştim.
Daima masallardaki Kötü Kraliçe bendim. Kötü olmak için sebepleri olduğu halde haksız olan bendim. Herkes kendi masalının Pamuk Prensesi'yken ben onların Kötü Kraliçesi'ydim. Ve daima öyle olacaktım. Daima nefret edilen, dışlanan, sevilmeyen ve hiç olan olacaktım. Benim mutlu bir sonum olmayacaktı çünkü kötülerin mutlu sonu olmazdı.
Bir sigaradan, bir viskiden, bir şarkıdan daha değersizdim. İnsanlar ben yokmuşum gibi davranır, beni hiçlik gibi hissettirirdi. Bunu sadece tanımadığım insanlar değil, ailem de yapmıştı.
Herkes bana bir hiç olduğumu kanıtlamıştı.
Çoğu geceyi anımsıyordum, gözlerim bulanıklaşıp sokak ışıklarını daha parlak yaparken gözyaşlarımın yanaklarımda bıraktığı o sıcaklığı, ihanetlerin ve yalanların elimdeki sigaradan daha çok ciğerlerimi parçaladığı, sokakların ışıkları ve caddenin insanları bana çarparak geçerken kuruyan gözyaşlarımın yanaklarımda kaldığı o anı.
En çok da bir gece sokakta birbirimizi bulduğumuz yavru bir kedinin bana duvarın arkasından merakla baktığını anımsıyordum. Kendimi o kadar değersiz hissederdim ki bir sokak kedisinin yanına oturup onu kucağıma alarak ona derdimi anlatırdım, belki beni teselli edecek hiçbir söz söyleyemiyordu ama yanaklarımdan akan tuzlu gözyaşlarına kafasını koyar ve ağlamamamı ister gibi başını büyük bir hüzünle eğerdi. Patilerini ellerimin üzerine koyar ve bana insanların vermediği değeri ve güveni verirdi.
Ailesine güvenemeyeceğini anladığında mı ağlamalıydı insan yoksa yavru bir kedinin kendini teselli etmesine izin verecek kadar çaresiz olduğuna mı ağlamalıydı?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BAŞKASI
General FictionDoğukan Arınç Balcı. Dünyasını, bize yaşamı anımsatan bütün canlı renklerden soyutlamış ve en az kendisi kadar hissiz bir hayat olan griyi yaşıyordu, dünyasında ona ait tek renk, griydi. Tehditkar, sert, hükmedici ve çekici görünümünün ardında...