Bölüm şarkısı: Jaymes Young - I'll Be Good.
-
"Aşkı tatmadan daha, onla sarhoş olmadan, hiç sevişmeden daha, şimdi ölmek istemem, daha hiç gülmeden."
Kulaklığı çıkardım ve özensizce spor şortumun cebine atıp Çeşme'nin yazları işlek olan ama şimdi kimsesiz kalmış sahilinde yürüdüm, hava önceki gece yağmurdan payını almış ve şimdi kapalıydı, gri bulutlar gökyüzüne sarılmış hissi verirken bulunduğum yer beni olduğumdan kimsesiz hissettirdi.
Kumlara oturdum. Yaz aylarını severdim, Çeşme'de yaz ayları ayrıcalıktı. İçkinin dibine vururdum, bazen Sena'nın erkek arkadaşları bana uyuşturucu verirdi, bedenim müziğe itaat ederdi ve düşünceler yok olurdu. O zamanları özlüyordum ama İzmir'de yılın en güzel zamanları Şubat'tı. Sadece denizin hapsettiği çığlıkların sesi vardı. Hayatımın daha basit olduğu zamanları özlüyordum.
Ya bir sabah uyanınca kapı çalsaydı, uykulu gözlerle kapıyı açtıktan sonra karşımda babamın çatılmış kaşları görseydim? Kaçınılmaz öfkesinin sert elleri boğazımı sarıp beni nefes alamayacak hale mi getirirdi yoksa o kollar ikinci kez şefkatle açılır mıydı?
Gözlerimden ayrılan damlalara engel olmadım ve ellerim her ağlayışımda titrediği için zoraki bir sigara çıkarıp yaktım ve bu defa dumanı ölesiye içime çektim. Genç ölmek istiyordum, yaşayacağım bütün mutlulukları yaşamış ve acıları tadıyordum.
"Acıdan yakınır, hissizliği tatmamış olanlar."
Sözleri can alıcı şekilde kulağımda çınladı. Doğukan Arınç Balcı bambaşka bir şeydi. Tam bir haftadır onu görmemiştim ama varlığını belirsizce hissediyordum, düşünce yapısı hoşuma gidiyordu ve kendimi onun ne yaptığını düşünmekten alıkoymuyordum. Bir o kadar da benim yanımda olmadığı için mutluydum, ruhunun kirli elleri zihnimle oynuyordu ve düşüncelerime akıyordu.
Düşüncelerimizin yan yana gelmesi, ateş ve barutun yan yana gelmesinden farksızdı. İğrenç gülüşüm yüzümde belirirken gözyaşlarım durmuştu. Sigaramı kumlarda söndürüp izmariti orada bıraktım, ufak bir izmarit kimsenin umurunda olmayacağı gibi kimseyi de öldürmezdi. Aslında hepimiz bir sigara izmaritinden farksızdık.
Sena'nın yanına dönmek üzere kumlara bata çıka beton zemine ulaştım. Tekneler de gözükmüştü. İstanbul'u anımsadım, belki yıllar sonra. Heybeliada'da tekneyle denize açılırdık. Üvey anne ve babam teknedeki arkadaşlarıyla konuşurlarken teknenin baş kısmına giderdim ve ayaklarımı direğe koyarak yükselirdim, Titanik filmini taklit ederek o zevki çıkarırdım.
Rüzgarın yüzüme çarparak ruhuma özgürlüğü bahşetmesi, güneşin tenime işleyerek beni ısıtması, denizin tuzlu kokusu ve tekneyle çarpışan o huzur verici sesi, üvey babamın bana güvenle açılan kolları ve hissettiğim sevgi... Bunları özlüyordum.
Gözyaşlarımı sildim ve yürümeye devam ettim, tüm yapabildiğim buydu. Sena'nın yanına ulaştığımda patenlerimi çıkarmıştı ve kendi de bisiklet sürüyordu. Sabahın beşinden yedisine kadar sahil kenarında paten kayıp bisiklet sürdüğümüz zamanlar sadece canımızın sıkkın olduğu zamanlardı ama onun hayatı şu an mükemmeldi, mahvetmek istemiyordum. Banka oturdum ve ayakkabılarımı çıkarıp patenlerimi taktım ve ayağa kalkıp dengemi kurdum. Paten kaymak çok da sıkıntı bir şey değildi.
Topuklarımı birbirine yapıştırıp V şekline soktuktan sonra penguen gibi yürüdüğümü hayal ediyordum ve kaymaya başlıyordum. Komik oluyordu ama yavaşça sürmeye başlıyordum. Sağ adımı atarak başladım ve hızlanarak rüzgarın yüzüme çarpışıyla anın keyfini çıkardım. Sokak direkleri, palmiyeler ve spor yapan insanlara değmemeye çalıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BAŞKASI
General FictionDoğukan Arınç Balcı. Dünyasını, bize yaşamı anımsatan bütün canlı renklerden soyutlamış ve en az kendisi kadar hissiz bir hayat olan griyi yaşıyordu, dünyasında ona ait tek renk, griydi. Tehditkar, sert, hükmedici ve çekici görünümünün ardında...