Bölüm 42: "ÖPÜCÜK"

2.1K 73 54
                                    

Ağır halkalara vurulmuş sırlar, nasıl da yoruyordu insanı hayat denen dik bir yokuşu tırmanırken. Her geçen dakika sırlar büyüyerek halkaları sıkıştırıp boynunu yere eğerken her dakika daha ne kadar devam edebileceğini düşünüyordu takati kalmayan genç kadın.

Yazmak.

Daha önce de yazmıştı. Bazı şeyleri yazdığı doğruydu ama onlar sadece bloguna koyduğu bilimsel makalelerden başka bir şey değildi, para kazandığı sayfalardan başka bir şey değildi. Bu defa yazmaya değer başka şeyleri vardı. Hayatında yazmaya değer bir şeyler vardı.

Yazmaya değer şeyler sırdı.

Yazmaya değer her şey ihanetti.

Ve yazmaya değer şeyler tutkulardı, ihtiraslardı, geceleri kimsenin haberi olmadan kurduğu, hiçbir zaman kendine ait olmayan birini düşlediği düşleriydi.

Henüz bana ait değil, diye düşündü kadının gözleri boşluğa kayarken. Bu düşünceler eskiden suçluluk verirdi. Erkek arkadaşına karşı, en yakın arkadaşına karşı. Çünkü düşlediği kişi en yakın arkadaşının erkek arkadaşı olduğu gibi, kendi erkek arkadaşının çocukluk arkadaşıydı. Zaman suçluluk duygusuna alıştırıyordu, erkek arkadaşına olan suçluluk geçse bile en yakın arkadaşına olan suçluluğu hep kalmıştı. Yüzüne baktığında, artık en yakın arkadaşına karşı duyduğu eski suçluluğu hissetmiyordu.

Şehvetin ve tutkunun her zaman doğru yerden ve doğru kişiden olması gerekmiyordu, kalbin kimi seveceğini seçemeyeceği gibi.

Kolay olan her şey yanlıştı aslında. Kaçmak kolaydı, kaçmak korkaklıktı. Kaçmıştı, en yakın arkadaşından, çocukluğunu yaşatan gözlerine bakmaktan, çok kolaydı ancak yanlıştı. Karşısında duracak cesareti olmalı ve af dilemeliydi. İhtirasları büyümeden içindekileri anlatabilseydi belki affederdi. Ayça Poyrazoğlu her ne kadar sert dursa da affedici biriydi. Ayça Poyrazoğlu, Sena Türker'i daima affederdi. Her yanlışında.

Şehvet ve tutku yanlıştan gelirdi.

Şehvet ulaşana kadardır, diye düşündü kadın önündeki viskiye bakarken. Tutkular da sönmek üzere olan alevlere benzer, kehribar rengi sıvıyı izlerken bakışları yorulmuştu. Ben ne yaptım? Ben ondan sevgiyi çaldım. Hayır, sevgi değildi. Kör kütük ona aşıktı ve onu ondan çaldım.

Affedilmezdi. Ve aksini iddia edebilecek hiç kimse yoktu. Olayı öğrense kendi öz annesinin bile kimin tarafında olacağını gayet iyi biliyordu. İnsanları taraf seçmek zorunda bırakacağı bir gerçekti. Çünkü hiçbir şey bir öpücükten daha fazlası değildi. Kadın biliyordu.

"Bugün alkolik değil miyiz?" diye sordu barmen dirseklerini bar tezgahına yaslarken, ismi İbrahim'di. Kumral saçları ve orta kalınlıktaki vücuduyla hoş bir görünümü vardı ama hiçbir zaman kadının ilgisini çekmemişti. En azından ayıkken. Sarhoşken onu bir kez öpmüştü ve bu başına çok iş açmıştı, bakışlarını aşağı kaydırdı ve orada kalmasını sağladı. "Ayça'yla sen içki içmeye gelince hep eğlendiğinizi düşünüyordum ama şimdi tek başınasın, o artık buraya gelmiyor ve sen içkini de içmiyorsun, içki içince de sorun olduğunu düşünüyorum ama içmeyince daha büyük sorunun olduğuna karar verdim. Hem de ikinizin arasında. Yanılıyor muyum Sena?"

Ah, hayır, sorun denilen o ufak şey henüz yoktu. Ayça Poyrazoğlu, en yakın arkadaşının erkek arkadaşıyla ne yaptığını öğrendiğinde sorun denen şeyin ona ne olduğunu gösterecekti ve haksız sayılmazdı. Hayat komik diye düşündü, Doğukan Arınç Balcı'nın hayatında ilk kez bir olayda suçu yoktu. Arkadaşının gazabını görecek olması, gözyaşlarını görecek olması, hatta üzülecek olması ve pişmanlıklar çekecek olmasının ödenmesi gereken bir bedel olduğunu düşünüyordu.

BAŞKASIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin