"Bugün geçmişte kayboldum, sahip olduğumuz gelecekte kayboldum. Bitti. Bitti ancak her zaman senin tarafından ele geçirilmiş olacağım."
Bölüm şarkısı: Invaded - Tokio Hotel
-
Günahları hatırlıyordum ve bir zamanlar bana neden baldan daha tatlı geldiklerini anlıyordum. Günahları çekici kılan yasak olması mı yoksa günahın verdiği alçaklık hissinin, aslında yüceltici olması mıydı? İnsanlar neden günahkar olmayı bu kadar çok severdi? Karakterlerindeki zayıflıklar mı onları günaha sürüklüyordu, yoksa ruhen kaybolmuş olduklarını reddetmek için mi günahı seviyorlardı?
Günahlar belki de ruhu karanlıkla kırbaçlanan insanların kendini yapmak için zorladığı kötülüklerdi.
Ancak günahlar sadece karanlık tarafa ve kötülere mahsus değildi.
Günahlar iradesizliğin en büyük sembolüydü, günahların içki içmekten pek bir farkı yoktu, işledikçe derinlere işliyor ve günahın verdiği zevkten başı dönmüşçesine daha fazlasına ulaşıyordu.
Günahlar belki de affedilmek için işleniyordu, kim bilebilirdi? Bu da günahları karanlığın avuçlarındaki bir umut çizgisi yapmaz mıydı?
Bütün karanlık kalplerde azat edilme arzusu, bütün günahların ardında da bir umut vardır.
Benim günahlarım duygularıma ve tutkularıma aitti. Alçak olduğum halde yükseltilmek, tutkularımı kontrol edememek ve en beteri kendime çizdiğim sınırların çok fazla dışına çıkmaktı.
Kibir günahların en zehirlisiydi. Dıştan beslese de içten içe öldürüyordu. İnsanların bana imrenen alçaltıcı bakışlarıyla nasıl eğlendiğimi hatırlıyorum, artık benden uzak bir günahtı ancak işlemiştim ve affedilmemeyi tercih ederdim.
Tutku belki de bana bir amaç veren en sürükleyici kavramdı. Lisede genç bir kızken onun olma tutkumu hatırlıyorum, bu tutkum yüzünden göze aldıklarımı, kazandığım geçici şeyleri, kaybettiklerimi ve gördüğüm gerçekleri hatırlıyordum.
İhtişam insana ne olduğunu unutturacak cinstendi. İhtişama asla doyum olmazdı, en sonunda ihtişamın zehirli hislerinden arta kalan sadece çevrendeki insanların seni yavaş yavaş terk etmeye başladığı soğuk bir yalnızlık duygusuydu.
Aşk için bir tanım yoktu. Kimisine göre aşk baldan bile tatlıyken, kimisine göre belanın ta kendisiydi. Aşk hakkında tüm bildiğim iki kişiyi o duyguya çok yakın tuttuğumdu. İki erkekle, farklı zamanlarda, farklı birisi olarak defalarca öpüşmüştüm. Dudakları dudaklarımın üzerindeyken öylece yitip gitmek, gri gözlerin sonsuza dek esiri olmak, bu da yaratanın yolundan beni saptıran bir günah değil miydi?
Nefret durdurulamazdı. Tüm günahları işledikten sonra içimde yerleşip tohumlarını salan ve uzun süre orada olan, kendime geldiğim zaman o küçük tohumların kocaman çınarlar olduğunu fark ettiğim o an durdurmak için çok geç olduğunu anlamıştım.
Ve Şehvet. En kötüsüydü. İhtişam ve kibir kendimi eğittiğim yıllar içinde silikleşip yok olmuşlardı. Tutkularım, her gece hayaliyle uykuya daldığım gri gözlerle geri dönmüştü ve tutkularım sevginin son noktası olan aşka, ardından şehvete dönüşmeye başlamıştı.
Şehvetin sınırı yoktu. Şehvet sınırsızdı. Mutluluğun, kasvetin, nefretin bile bir sınırı vardı ama şehvetin asla sınırı yoktu. Şehveti durdurmak çok zor, neredeyse imkânsızdı. Şehvetten daha güçlü bir duygu var mıydı acaba? Her günah için bir sebebim vardı. İnsanlar beni değiştirdi diyebilirdim, insanlar beni kibirli birisi yaptı diyebilirdim, kalbim onu arzuladığı için aşık oldum diyebilirdim ama şehvet için sebebim yoktu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BAŞKASI
Ficción GeneralDoğukan Arınç Balcı. Dünyasını, bize yaşamı anımsatan bütün canlı renklerden soyutlamış ve en az kendisi kadar hissiz bir hayat olan griyi yaşıyordu, dünyasında ona ait tek renk, griydi. Tehditkar, sert, hükmedici ve çekici görünümünün ardında...