Bölüm şarkısı: Goldfrapp - Annabel
-
Dokunmak.
Bir ruha dokunmak. Bir bedene dokunmak. Bir bedene dokununca parmağın soğuk izleri sıcak bedenin üzerinde kalır, ancak bir ruha dokununca ruha sahip olursunuz.
Ölüm ve yaşamı sorgulayan o beş saniye, ruhuma dokunmuştu. Toprak atılmış ruhumu derin çukurlu mezarından çıkarıp yaşam amacını sorgulatmıştı, cevabını bildiğinden kaybettiklerimi göstermişti.
Yaşamak körlüktü, yaşamak yalanlarla doluydu, kayıtsızlıktı. Gerçeği bilerek yaşamak insanın hayatını zehir ederdi, bu yüzden insanlar gerçekleri görmek yerine tatlı yalanları görürdü.
Mutluluğu, dostları, gülümsemeleri kaybederken acıyı, yalnızlığı ve gözyaşlarını kazanmıştım. İşte o beş saniye basit ve zoru bana öğretmişti. Ruhuma ılık elleriyle dokunup soğuk kalbime ellerini geçirerek yaşanmamış bütün zevkleri, yaşamaktan zevk duyduğum acınası hayatımı göstermişti.
Ölüm ve yaşam arasında sıkışmış o beş saniye öyle uzundu ki, sonsuzluğa inansaydım eğer o beş saniye sonsuzluğun imzası olurdu.
Doğmak için ölmek gerekiyordu. Bedeniyle yanıp küllerinden yeniden doğan bir anka gibi.
Şişkinliğini hissettiğim gözleri hafifçe araladım, bedenen ve zihnen yirmi bir yaşımda olsam da yeni doğmuş bir bebeğin hayat dolu bakışlarını taşıyordum. Düşüncelerim bir köşedeydi, mutluluk ve acı çok uzaktı. Kendimi hiç olmadığım kadar yenilenmiş ve rahat hissediyordum. Yaklaşan karanlığın habercisi olan kahverenginin en karanlık tonlarıyla gözüm açtığım ilk dakikada yorulurken, odamda olmadığımı anladım. Bir mezarlıkta acı dolu çığlıklar atarken bir anda mekan değiştirmeme şaşmalıydı. Osman Balcı'nın Bornova'daki evindeydim.
"Uyanmış mı?" dedi o yorgun ses. Bütün bunların asıl sebebi o sesin sahibiydi.
Doğukan Arınç Balcı'nın tamahkarlığı benim bedenimdeki acılara bedel olmuştu, ancak ruhumda yeni bir sayfa açmıştı.
"Daha beş dakika önce kontrol ettim," dedi Barış çekingen bir ses tonuyla, "Amcam bugün uyanacağını söyledi. Telaş yapma artık. Git tıraşını ol, yemeğini ye ve uyu." Sesler algıladığım kadarıyla balkondan geliyordu.
Hatırladığım kadarıyla en son Bornova'daydım, henüz her şeyi algılayacak kadar bilincim açık değildi ancak Çeşme'de olmam imkansızdı. Ruhumu karartan karanlık tonlu kahvelere bakarken bu odaya daha önce birkaç kez geldiğimden odanın hemen yanındaki balkonda oturup sigara keyfi yaptığım günleri anımsadım, sesler en iyi şekilde balkondan duyulurdu ve balkonda olmalıydı.
"Endişeleniyormuş gibi yapıp durma lan!" diye sesini yükseltti aniden. Uzun süreli sessizliğin ardından bu kadar yüksek bir ses dengemi alt üst ettiğinden yüzümü buruşturmak zorunda kaldım. "Senin yüzünden oldu, tek suçlu sensin."
"Salak salak konuşma," diye karşılık verdi Barış. "O benim hiç sahip olmadığım kız kardeşim gibi. Kaç kez sen ağlattığında ben onu teselli ettim haberin var mı?"
Barış'a bu konuda asla haksızlık edemezdim ancak kazanın esrarının sebebinin asla o olduğunu düşünmemiştim. Yeni bir şüphe beynimde yeşerirken henüz filizlenmemiş ve kök salmamış düşünceyi aklımdan attım, onun samimiyetinden ya da iyiliğinden şüphe etmeye hakkım yoktu. Barış daima kuzeninin şefkatinin eksik olduğu yerde bana şefkat vermiş, konuşmalarıyla içimi rahatlatmış ve bana arka çıkmıştı. Dertlerimi onunla paylaşırdım.
"Motorlar genel müdürden çıktı," dedi Barış yatıştırıcı açıklamasıyla, "Kemal Bey on senedir dedemin şirketinde genel müdür, onun teknoloji laboratuarından böyle bir performans çıkmazdı."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BAŞKASI
Ficción GeneralDoğukan Arınç Balcı. Dünyasını, bize yaşamı anımsatan bütün canlı renklerden soyutlamış ve en az kendisi kadar hissiz bir hayat olan griyi yaşıyordu, dünyasında ona ait tek renk, griydi. Tehditkar, sert, hükmedici ve çekici görünümünün ardında...