Her kişilik bir renktir.
Gökkuşağının bütün canlı renklerini seçmek kolaydır, sıradan biri olmayı, sorumluluk getirecek şeyleri düşünmemek kolaydır. Renklerin her birinin karanlık bir tarafı olsa da onlar yine yeşil, mavi, turuncu, sarı olarak yargılanır.
Siyah olmak zordur, farklı olmak zordur. Ancak siyah olmaktan daha zoru beyaz olmaktır. Beyaz kirlenirse bir kez daha beyaz olamaz ama bütün renkler siyaha açtığı savaşta beyazın yanında olur.
Ve unutulmuş bir renk vardır. Siyahla beyaz arasında sıkışan, kendi kaderini kendi çizen, kendi kişiliğini kendi bulan. Çok az insan bu rengi göğsünde taşırdı.
Gri olmak bütün renklere karşı yapılmış en acımasız başkaldırıdır.
Renklerin kaderi bellidir ancak gri kendi kaderini kendi çizer ve grinin laneti dışlanmışlıktır.
Bazıları göğsünde grinin en masum tonunu taşır, bazıları grinin en güzel ve en karanlık tonunu.
Grinin en güzel ve en karanlık tonuna şahit olmuştum. Gri olduğunu söylemeye çekinmeyen birisini tanıyordum. Gri, belki renklerin dışlanmışlığının laneti belki de dışlanmış siyahın bile kabul etmek istememesiydi. Belki de bu yüzden grinin ait olmadığı bir yer olduğu için kendi kaderini çizerdi.
Gri ne sonsuz bir mutluluk ne sonsuz bir acıya mahkumdu ancak ruhlarında bir ıstırap vardı. Tahta kapılarla defalarca zincirlenmiş ıstırap yüreklerinde bir yerde en mutlu anlarında ortaya çıkardı.
Her insan griyi göğsünde taşıyamazdı, insan hangi renk olmaya çalışırsa çalışsın en başından belli gri olduğunu bilmezdi, griyi taşıyan insanlar hep bir ıstırap ve kaybolmuşluk içindeydi.
Yanımdan çok kez gökkuşağının sıradan renkleri olan insanlar geçmiştir ancak bu zamana kadar griyi göğsünde taşıyan çok az insanla karşılaşmıştım.
Doğukan Arınç Balcı grinin en güzel ve en karanlık tonuydu.
Tanıdığım en acımasız, sert, soğuk ve umursamaz insandı. Belki bencildi de, kendine yapılanı affetmeyi bilmiyordu, daima önemli olan kendiydi, karşısındaki insan affedilmek için kendini öldürmeyi teklif etse dahi umursamazdı. Kendisine bir yanlış yapılmıştı ve o yanlış karşısındaki insanla arasına ömür boyu sürecek bir ihaneti sembol ediyordu.
Affetmek belki doğru belki de yanlıştı. Ancak tek bir gerçek varsa o da affetmenin iyi hissettirdiğiydi.
Sık sık onu ve kendimi kıyaslardım. Kuzenini affetmiyordu, aynı benim ailemi affedemediğim gibi. Ancak ben pes etmiştim, o ise hala aynı umursamazlığındaydı. İnsan affetmeden nasıl yaşayabilirdi?
Affetmeden yaşayabilmek için fazla kalpsiz olmak gerekirdi.
Benim omzumda affetmediğim ihanetlerin zincirleri vardı. Takvimdeki rakamlar büyüse de ben eski rakamların zindanlarında ruhumla zincirlenmiştim. Zincirler yürüdüğüm yolda, soluduğum her nefeste beni yormuştu. Takvimler beni zincir darbeleriyle hırpalamıştı ve affetmeyi öğretmişti.
Son iki aydır çok kişiyi affetmiştim. Geçmişimde korktuğum insanların karşısına onlardan daha güçlü çıkmış ve ruhlarının acizliği karşısında affetmiştim.
Affetmekten şüphe duyduğum tek kişi Yağız'dı.
Yağız Gürsoy küçük bir kızı kandırmıştı, küçük bir kızın ruhundaki saf sevgi ve mutluluğu kendi kirli ruhuna katarak kendini ulaşılmaz yapmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BAŞKASI
General FictionDoğukan Arınç Balcı. Dünyasını, bize yaşamı anımsatan bütün canlı renklerden soyutlamış ve en az kendisi kadar hissiz bir hayat olan griyi yaşıyordu, dünyasında ona ait tek renk, griydi. Tehditkar, sert, hükmedici ve çekici görünümünün ardında...