NOT: Multimedya Yağız Gürsoy'un Eros anlayışı.
-
Kelimelerin olduğu bir okyanusta başıboş dolaşan bir gemiydim ben masumluğumu ifade eden beyaz bayrağım gemiden yükseliyor ve kirli avcılara kirletmesi için fırsat veriyordu. O karanlık nefesiyle beni çağırıyordu, zehirli kelimeleriyle sesleniyordu zehirli dokunuşlarıyla öldürüyordu.
Tüm bunların olmasına fırsat vermem düşünmemem yüzünden miydi yoksa masum beyaz bayrağın ardına sığınıp yalanları görmek istemem miydi? O Yağız Gürsoy'du. Eğer insanların ruhunun bir rengi varsa o lacivertin en karanlık tonuydu. İhanetin, yalanların, iddialılığın ve asaletin en karanlık tonuydu Yağız Gürsoy, ya da tüm bunların bir bedende toplanışıydı.
Onunla tanışana kadar belirli sınırlar içerisinde bir dünyam vardı. Sabah erkenden kalkar, yüzmeye başlardım. Sabahımın ilk saatleri yüzmeyle harcanırken kahvaltı ve öğle vaktine kadar serbesttim. Çoğu zaman beni evlat edinen annemin zambak bahçesinde pinekleyerek kitap okur çoğu zaman deniz kıyısına gider ve müzik dinlerdim, bazen de şansım varsa Züleyha Teyze'nin oğlu Ümit okulunu kırar ve benimle vakit geçirirdi, gerçek bir dosttu ve eğlenirdik.
Öğleden sonra derslerim başlardı. Yusuf öğretmenimle aralıksız iki saat sayısal çalışır ve bir saat ara verirdik, o sırada Sena ödevlerini bitirmiş olur ve eve gelirdi. Bana okulu ve okuldaki insanları anlatırdı, küçükken utangaç ve çekingen olduğum için kendimi hep insanların arasından çeker ve uzak dururdum, Sena'nın anlattıklarıysa sadece insanlardan nefret etmeme yol açmıştı.
Sonraki iki saatim sözel derslerle geçerdi, sözel zekasına sahip bir insan olmadığımdan başımı ağrıtırdı ama şaşırılacak derecede kitap okurdum. Akşam aile yemeğiyle vaktim geçer ve onlarla zamanımı harcardım, geceleri ise uykusuzluk haykıran bedenimi kahveyle susturur kitaplara gömülürdüm.
Kitaplardaki karakterleri gerçek hayattakilerden daha çok sevmem, içine çekilmem bana bahşedilen bir lanetti.
Ailem genç kız olmaya başladığım zamanlar içime kapanık olmamdan çok şikayetçiydi, asla tam olarak yüzüme söylemezlerdi ama bakışlarından anlıyordum.
Her gece ayrı bir kitap karakterini düşlerdim, kitabın son sayfasının bir önemi yoktu, ölüm ya da yaşam. Kitap benim için devam ederdi, ancak bir gece Yağız Gürsoy'dan aldığım mesaj sonrası düşlediğim kitap karakteri olmadı. Eros'la ilgili okuduğum kitap yüzünden bana onu düşleyebilmem için Eros olmayı kabul edeceğini bile söylemişti.
Aslında komiktir ki bu mesajı bile bana kendisi yazmamıştı, kendisi gönül eğlendirirken üvey kardeşi Araz'a eğer bana duygusal bir mesaj yazmazsa ona yumruk atacağını söylemişti ve Araz bana Yağız'ın adından bunu yazmıştı. Bazen nefret hissiyle dolmak istersiniz ama daha beteri olur, hiçbir şey hissetmezsiniz ve o insandan en büyük intikamı almış olursunuz.
Adımlarım eve geldiğinde yavaşladım, Sena'nın arkadaşları olan Blogger'ları ve aylık toplantılarını bekliyordum ama kapıyı açar açmaz karşımda Nazlı Teyze belirdi, tekli koltuğa oturmuş ve gelişimi bekliyordu. Kaşlarıyla bana koltuğu işaret ederken blogger tayfasının bile telefonlarını bırakıp gözlerini bana diktiğini görüyordum, başım belada olmalıydı.
Vücudum gerilirken montumu çıkarıp asarken olağanca oyalandım. Sessizce işaret ettiği koltuğa oturdum ve bana tanışalı 24 saat bile olmamışken bir adamla nasıl yemeğe çıkabilecek kadar değiştiğim hakkında azar çekmesini bekledim ama beklentilerimin aksine Türk kahvesi fincanını işaret etti. İçimde belirli belirsiz bir rahatlama oldu, sessizlik eşliğinde kahvelerimizi içtik ve fincanı ters çevirerek soğumasını bekledim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BAŞKASI
General FictionDoğukan Arınç Balcı. Dünyasını, bize yaşamı anımsatan bütün canlı renklerden soyutlamış ve en az kendisi kadar hissiz bir hayat olan griyi yaşıyordu, dünyasında ona ait tek renk, griydi. Tehditkar, sert, hükmedici ve çekici görünümünün ardında...