Bölüm şarkısı: Snow Ghosts-And The World Was Gone
"Yavaşça ellerinin hissizliği büyüdü, düşüşümü hissetmeni dilerdim. Bana göz kulak olmanı dilerdim. Sonsuza kadar beklerim demiştin ama gözlerimi kırptım ve dünya yok oldu."
-
Sevginin nefreti yendiği o an bir ömüre bedeldi.
Kimse nefretimi aşamamıştı, yıllar beni kindar biri etmişti. Çok şeyden nefret etmiştim ama nefretin en büyüğü kucağımdaki oğlan çocuğuna aitti.
Nasıl aniden ortaya çıkıp yolunda giden hayatımı mahvetmişti ki? Nasıl güneşli günleri fırtınalara çevirmişti? Nasıl bir anda hiç sahip olamadığım o sevgiye sahip olmuştu?
Herkes onun için benden vazgeçmişti, en sevdiğim bile. Hatta ben bile hayatı daha iyi olmalı diye düşünmüş ve pes etmenin ne olduğunu bilmeyen ben savaşmadan kaybetmiştim.
Geceler boyu uykusuz kalıp ağlamıştım, mutluluğu başkalarında aramıştım ve sebebi sadece kucağımdaki oğlan çocuğuydu.
Minik elleriyle hala işaret parmağımı tutuyordu, parmağımı o kadar büyük bir sevgi ve güvenle kavramıştı ki benim nefretim tuzla buz olmuştu. Diğer elini havaya kaldırdı ve eli geri düştü. Güzel yüzüne baktığımda ikinci kez aşık olmuştum, bir o kadar babasına ait kirli bir güzelliğin görüntüsü vardı, bir o kadar da masumdu.
Zaman böyle durabilirdi, sadece onu kucağımda tutup uzun zamandır hissetmediğim o gerçek sevgiyi içime doldurabilirdim.
Ona olan nefretim beni utanca sokuyordu, içimdeki bütün karanlığı dağıtıp yerini birkaç dakikalığına aydınlığa vermişti. Bu an için bir ömür beklemiştim, o bana bunu vermişti. Elleri elimi kavradığı an onu sevmiştim, kayıtsız ve koşulsuz bir sevgiydi, onu sevecektim, hep sevecektim ve ona olan sevgim daima nefretimi yenecekti.
Sesler dikkatimi dağıttı, Yağız bana bağırdığında gerçek dünyaya döndüm, Sena'yı işaret ediyordu. Artık göğüs kafesi inip kalkmıyordu, çoktan ölmüştü ve yapabileceğim hiçbir şey yoktu. Bebeği havluya sararken ancak bir annenin şefkatiyle ona dokunuyordum, dünya ikimiz için de durmuştu. Sedyenin sesleri o anı bir kez daha bozdu, acil tıp teknisyenleri koşarken çok geç olduğunu fark ettiler. Kapının ardında Doğukan'ın şaşkın ifadesini görmem içimdeki bütün duyguları yerle bir etti. Ona o an büyük bir kin duymuştum, gözyaşlarım yüzümden akarken hıçkırarak ağlamaya başladım.
"Anne ex," dedim ve bebeği tutmaya devam ettim, minik elleri hala parmağımı tutuyordu. "Bebek altı buçuk aylık doğdu. Yirmi sekiz haftalık," diyebildim şaşkın bir şekilde ona bakarken. Onunla ilgili her şeyi biliyordum, bunu daima nefrete ve kıskançlığa bağlamıştım ama ondan nefret etmediğim hiçbir zaman aklıma gelmemişti. Onu kucağıma alana kadar ondan nefret etmeye devam etmiştim. Ama ellerimi tutması çok can yakıcıydı, ondan nefret eden bir kadının ellerini büyük bir güvenle tutmuştu.
Her şey acıklı bir filmin fon müziğinde devam edermiş gibi oldu, birkaç teknisyen Sena'yı hayata döndürmeyle ilgilenirken biri kucağımdaki bebeği almaya çalıştı, bırakmak istememiştim ama ellerimden alınmıştı, en son parmağımı tutan elleriyle beni bırakmıştı ve ağlamaya başlamıştı.
O olmadan yeniden boş hissetmiştim. Sena ölmüştü, onun ölümünü izlemiştim, hıçkırıklarım yükselirken Yağız beni ayağa kaldırdı. Ayağa kaldırması daha kötü olmuştu, Doğukan'ı hedeflediğim gibi ona ilerleyip çenesine sağlam bir yumruk attım. "Daha erken gelmeliydin!" diye bağırırken göğsüne güçsüz yumruklar attım. "Daha erken gelmen gerekirdi şerefsiz herif!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BAŞKASI
General FictionDoğukan Arınç Balcı. Dünyasını, bize yaşamı anımsatan bütün canlı renklerden soyutlamış ve en az kendisi kadar hissiz bir hayat olan griyi yaşıyordu, dünyasında ona ait tek renk, griydi. Tehditkar, sert, hükmedici ve çekici görünümünün ardında...