Genç adam, sıkı sıkı tuttuğu Kastilya Kraliçesi Juana'nın hayatını anlatan kitabını bitirmek üzere son sayfasını açtı. Sevmek ve uğruna yapılan şeyler, ne saçmaydı. Kastilya kraliçesini bitap düşürmüş, ailesinden, babasından da son ihanetini yemişti. Tanrıysa dalga geçermiş gibi 46 yıl boyunca bir kalede tutsak edilmesine göz yummuştu. Juana, görevini yapmıştı, aşkı tercih etmemişti. Yine de onu deli olarak gösteren de aşktı. Aşk aptalcaydı. Sevmek mantıksızdı.
Delilerin işiydi.
Deli Juana'nın.
Sevgi zayıflıktır derdi ama kendisi de sevmişti. Hem de her şeyi berbat ederek sevmişti. Yaptığı şey, kafesindeki bir kuşu mavi gökyüzüne bıraktıktan ve o uçmaya başladıktan sonra onu tekrar yakalamaya çalışmak gibiydi, kendisinin kanatları yokken ve kuş özgürken.
Kampüsün gürültüsü ve sıcak havasından memnun olmuşçasına dudakları kıvrıldı. Ne için buradaydı biliyordu. Gri gözleri onu arıyordu. Bedeni onu istiyordu, ruhu onu istiyordu son dört aydır girdiği her ilişki, öptüğü her kız karşısına o olarak çıkıyordu. Onu tam beş ay önce görmüştü.
Sarı saçlarını atkuyruğu yapmış örgülü kazağını ve siyah dar pantolonunu giymiş, kahvesini içerken hemşiresi olduğu hastalarının raporlarını inceliyor sarı kaşları yay gibi çatılıyor, koyu renk sürdüğü rujuyla dudakları sürekli olumsuzca aşağı doğru kıvrılıyor veya sarkıyordu. Karanlıktı, içinin karanlık olmasına rağmen güneş gibi parlıyordu.
Kendi dünyasında o kadar meşguldü ki kendini yaşıtlarından ve arkadaşlıklardan soyutlamıştı. Ona hayran olmamak mümkün değildi, insanlar hep yalnız hisseder ve kendine arkadaş arardı, birisiyle dertleşir ve konuşmak isterdi ama o, yalnızdı. Tek arkadaşının düşünceleri olduğu belliydi, insanlara ihtiyacı yoktu. İnsanların dikkatini çok çabuk çekiyordu ama özünde klasik bir asosyaldi.
Genç adam dikkat etmişti, o hiç gülmüyordu, neşeli kahkahaları yoktu genelde suratı asıktı, geçmişin izlerini yüzüne ütü bastırılmış gibi taşıyordu, geçmişin izleri onu damgalamıştı. Bazı sabahlar onu görüyordu, elinde bir tostla gecesinin işte çok yoğun geçtiğini ifşa eden gözleri yorgunca kitaplara odaklanıyor bir şeylerin altını çiziyor tam gözleri kapanacağı sırada kendine gelerek kahve içiyordu. Tostunu daha yemeden derse yetişmek için koşuşturarak kampüs kafeteryasından çıkıyordu.
İnsanların arasından kaçmak onun için bir görev gibiydi, insanların olmadığı köşeleri kendisine seçiyor ve aralarında bulunurken zincirlediği kelimelerini özgür bırakıyordu. Kendisini özgür bırakıyordu. Her hareketinden zarafet akıyordu, ancak bunun farkında değildi ya da değilmiş gibi davranmak istiyordu.
Bedeni onun arzusuyla kıvranıyordu. Keşke başka birisi olarak çıksa karşısına ve ikinci bir şansı hak etseydi. O, yine onun olacaktı. Genç adam kitabını eline alarak ayağa kalktı ve kampüs kafeteryasında nereye gideceğini bilmeden yürüdü, yerdeki sodanın kırık cam parçalarına basmamaya özen göstererek kenara çekildi ve yine onu gördü. Başını telefonuna gömmüş dikkatle bir şeyler inceliyordu bu hali lisedeki kızlar gibi sevdiği çocuktan mesaj bekliyormuş izlenimi uyandırıyordu. Ama o kadar soğuk duruyordu ki inanmak zordu.
Bunun bir şans olduğunu hissetti genç adam, bilerek daha da ona doğru yaklaştı ve ona çarparak elindeki telefonuyla kendi kitabını yere düşürdü, doğal davranmıştı.
"Özür dilerim. Kitaba dalmışım..." dedi ve yerdeki telefonunu alıp ekrana baktı. Ne kadar değişirse değişsin, anlaşılan Teoman hayranlığı asla bitmeyecekti. "Teoman konseri, öyle mi?" dedi ve kıza telefonunu geri verdi.
Genç kızın duyduğu benzer sesten yanakları kızardı ve genç adamın yüzüne bakmamak için bakışlarını Son Kraliçe adlı kitaba yönlendirdi.
"En sevdiğim kitaptır," dedi genç adam etkileyici ses tonunu kullanarak. 'Sadece yüzüme baksa... Sadece yüzüme baksa...' diye düşündü genç adam, ancak bunu söylemedi. Kız kitabın kapağına dokundu ve kraliçe figürünü canlandıran bakır saçlı kadının vücuduna baktı, onda bir şeyler uyandırıyormuşçasına... Sonra kitabı genç adama uzatarak yüzüne bakmadan oradan uzaklaştı.
Genç adamın dudakları memnuniyetle kıvrıldı. Ona yakınlaşmaya çalışmıştı ama erkeklere herhangi bir fırsat vermiyordu, demek ki hayatında kimse yoktu ve olmamıştı. Hala geçmişin kanatları altında yaşıyordu.
Ayça Poyrazoğlu, sadece ona aitti ve ona ait olacaktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BAŞKASI
General FictionDoğukan Arınç Balcı. Dünyasını, bize yaşamı anımsatan bütün canlı renklerden soyutlamış ve en az kendisi kadar hissiz bir hayat olan griyi yaşıyordu, dünyasında ona ait tek renk, griydi. Tehditkar, sert, hükmedici ve çekici görünümünün ardında...