Herkese merhaba. Öyle bir bölüm yazmışım ki 8 Ağustos'u bekleyemedim yayınlamak için. Yazdığım en güzel bölümlerden biriydi, çok keyif aldım ve son söz çok anlam içeriyor. Engin sağlıkçı bilgilerimle gurur duydum yazarken, beceriksiz hemşiremizin açamadığı damar yolunu üç saniyede öğrenen Yağız Gürsoy'a da helal olsun, aslanım benim! Mizahım tavanda bugün her neyse, herkese keyifli okumalar!
-
Bölüm Şarkısı: Ryan Star-Losing Your Memory
-
Karanlığı bir kez kabul ettiğinizde karanlık ebedi olurdu.
Karanlık, hissetmeye muhtaç kaldığımdı. Karanlık damarlarımdaki kana işleyen bir lanetti, karanlık zihnime düşen bir damla zehirdi.
Karanlık, pençelerini göğüs kafesime saplıyor ve iyi olan son şeyleri de avuçlarına alıyor, parçalıyor ve bir zamanlar güzel duyguların olduğu yüreği hissizliğe boyuyordu.
Mürekkepten damlayan harfler karanlığın şehvetli yakıcılığına aitti, karanlık benim karanlığımdı, karanlıkla duyulan şehvet ürkütücüydü.
İçimde bir savaş vardı, meleklerin zincirlendiği, cennetin yok edildiği, iyilerin yok edildiği ve kötülerin tahtlarında oturarak inşa ettiği yeni bir dünyaydı. Ve ben, ne kadar yıkılırsa yıkılsın yeniden inşa edilen bu karanlık dünyanın içinde daha fazla yaşamak istemiyordum.
Daima toparlanır ve ayağa kalkmasını bilirdim, yaşadığım acılara omuz üzerinden bakıp, "Elinden gelenin en iyisi bu mu?" diye seslenirdim. Ve acılar daha büyüklerini doğurup beni kırbaçlarken ben diz çökmemek için ölmeyi göze alırdım. İçimde yeni bir his vardı, hayatta kalmak için mücadele etme dürtüsü, karşımdaki kim olursa olsun. İçimde yeni bu yeni his bir boyacının duvarları farklı bir renge boyaması gibi aniden belirmişti.
Kar tanelerinin yavaşça düşüşünü izledim, İzmir'de yaşadığım beş seneden sonra sanırsam ilk kez kar görüyordum. Kar tanelerinin hepsi birbirinden farklıydı ama aynı alfabeden çıkan kelimeler gibiydi ve hepsinin sonu aynı cehennemdeydi.
Cehennemin varlığı artık beni korkutmuyordu, binlerce kez cehennemi tatmıştım zaten. Cehennem en sevdiklerimizdi. Benim cehennemim gri gözlerdi, bana veda eden bakışlarını hissettiğimde bütün bedenim yavaşça yanmış ve külleriyle baş başa bırakmıştı.
Kapının sesleri kulağıma dolduğunda düşüncelerim ışığın üzerine düşen sis bulutu gibi zihnimin en ücra köşelerine saklandı. Kahve kupasını sertçe pencerenin önüne bıraktım ve içimi aniden büyük bir öfke doldurdu. Son üç haftadır Yağız'a karşı takındığım genel bir tavırdı, ara ara fahişelerine uğradığını kendi gözlerimle gördüğümde çok sinirlenmiştim ve üç haftadır beni sakinleştirmeye çalışıyordu ama başarılı değildi.
"Ayça!" diye seslendi neşeli bir sesle ve odaya girdi.
Dişlerimi sıktım ve o yakışıklı suratına bir yumruk geçirmemek için kendimi zor tuttum. Onu ilk ben aldatmıştım, isteyerek veya istemeyerek ama aldattığım kişiye karşı duygularım vardı, o sadece zevkine beni aldatmıştı ve onu yumruklama isteğim ağır basıyordu. Birazdan onu yumruklayacaktım. Gerçekten bu olacaktı. "Fahişelerinin yanından henüz mü döndün? Evde bir karın olduğunu hatırlaman için çok geç değil mi? Göt herif, defol git!"
Elime aldığım ilk şeyi ona fırlattığımda geri çekildi ve umursamayarak bana doğru yürüdü ve dibime kadar gelip haftalar sonra ilk kez bana sarıldı. "Evet, bütün gün işteydim ve ben de seni çok özledim."
Onu ittirdim ve öfkem yumuşadığı için kendimden nefret etmek istedim, Yağız'ı sevmeye başlamıştım, ne anlamda olduğu önemli değildi ama yanımda olmasını seviyordum ve beni aldatmasına çok sinirlenmiştim. Bu tavrım yaklaşık üç haftadır devam ediyordu ve onu affetmemem gerekirken bir anda öfkem olması gerekenden fazla yumuşamıştı, kendimi çok tuhaf hissediyordum. Aşırı duygusal.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BAŞKASI
General FictionDoğukan Arınç Balcı. Dünyasını, bize yaşamı anımsatan bütün canlı renklerden soyutlamış ve en az kendisi kadar hissiz bir hayat olan griyi yaşıyordu, dünyasında ona ait tek renk, griydi. Tehditkar, sert, hükmedici ve çekici görünümünün ardında...