*"Ama kelimesinden önce söylenenlerin hiçbir önemi yoktur." Taht Oyunları serisinden alıntı bir sözdür.
Yazması çok keyifli bir bölümdü, artık dikkat ettiğiniz üzere duygusuz Doğukan Arınç Balcı'nın içinde öfke ve kindarlıktan arta kalan duygularından da bahsediyorum.
Herkese keyifli okumalar. İyi geceler.
-
Bölüm şarkısı: Disturbed-Darkness
"Dönüp gitme, konuştuğum kelimeleri duymuş olman için dua ediyorum. Her şeyi yok saydım, tekrar nefes almak için yavaşça uzaklaşıyorum. İnanmaya cesaret ediyorum, son bir kez daha, sonra karanlığın beni sarmasına izin veriyorum."
-
Kana susamışlık.
Bu kelimeler yan yana dizilip Doğukan Arınç Balcı'nın önüne serildiğinde onu her konuda daha sert birisi yapıyordu. Karakterinde de, yatakta da, fiziksel kuvvetinde de, intikam arzusunda da onu olduğundan daha güçlü yapıyordu. Daha intikamcı. Daha kuşkulu. Daha korumacı. Daha sahiplenici. Tüm sebep kana susamışlıktı.
Evet. Tam olarak kana susamıştı. Kuzenini öldürenleri öldürmek istiyordu, arkadaşlarının canını yakanların canını yakmak istiyordu, Ümit'i öldürenleri öldürmek istiyordu. Canımı yakanların canını yakmak istiyordu. Bunu kötümser bulmamın sebebi bana kanıtlamak istemesiydi. Bana tam olarak demek istediği 'canını yakan insanlara ne yaptığıma bak' olacaktı.
Canımı fiziksel olarak çok kişi yakmıştı. Restoranda, yangında, kapıya o tahtayı oraya çocuk işçilerden birisi koymuştu, bir çocuğu kandırmak çok basitti, bir şeker uzatıp yapması gerekeni söylerdiniz ve yapardı. Herkesi kastetmişti, cinsiyet veya ırk fark etmeden canımı yakan herkesin canını yakmak istediğini söylemişti. Neden bir çocuğun canını yakmak isterdi ki?
İçkime vücudumu etkisiz hale getiren ilacı o barmen atmıştı, evet, onlar suçlu insanlardı. Bir insanın hayatını bir miktar para için değiş tokuş edebilen insanlardı ama canlarını yakma hakkını ona vermemeliydi. Tavan arasından uzanıp yerdeki benzine kibriti yine çalışanlardan birisi atmıştı. Belki tehdit edilmişlerdi, belki de para için yapmışlardı, kim bilebilirdi ki? Bu onların canını yakmak için bize bir sebep veremezdi.
Hepsinin önümde diz çöküp canımı yakmalarının bedelini ödemesini izlememi istiyordu. Ancak o kana susamışlıktı, o kindarlıktı, intikamdı. Döktüğüm gözyaşı, döktüğüm kan kadar bana zarar veren insanların kanını dökmek istiyordu. Ben sadece kötü günleri unutmanın mümkün olmayacağını bilsem de yanında güvende olmak istiyordum.
Sürekli kötü günlerin yaklaştığını söylüyordu ama ortalık sessizdi, birbirimizle baş başaydık ve bu beni onunla daha önce hiç olmadığım kadar yakın yapmıştı.
Artık neler yaptığını çoğunlukla biliyordum. Genellikle kabuslar görüyordu ve bu yüzden uyumayı sevmiyordu, iki veya üç saatlik uykularla vücudunu ayık tutuyordu. Bu kabuslar hep ailesini kaybetmesiyle ilgili oluyordu. Rüyasında gördüğü şey hep Mira'nın ölümü oluyordu ya da Durukan'ın, Barış'ın, Aykut'un ölümünü görüyordu, hatta babasının.
Onu en çok yaralayanın babasının ölümü olduğunu biliyordum. Babasını kahramanı olarak görenlerdendi. O tür geceler azalsa da asla bitmemişti ve genellikle vücudu kasıldığı için ben de uyanıyordum, o tür gecelerde ölsem bile yanından kalkmamam gerektiğini biliyordum.
En zayıf olduğu an kabus gördüğü anlardı, kabuslardan sonra toparlanıp o yenilmez zırhını giymesi en fazla bir dakikasını alıyordu, sabah uyandığımda geceden herhangi bir iz kalmıyordu. Zaten yatağı önce kendisi terk etmezse şaşırırdım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BAŞKASI
General FictionDoğukan Arınç Balcı. Dünyasını, bize yaşamı anımsatan bütün canlı renklerden soyutlamış ve en az kendisi kadar hissiz bir hayat olan griyi yaşıyordu, dünyasında ona ait tek renk, griydi. Tehditkar, sert, hükmedici ve çekici görünümünün ardında...