Öğleden sonra Sena eve geldi ve tabii ki karşısında kollarını birbirine dolayıp en az Sevinç Teyze kadar otoriter bir tavırla neler olduğunu sorgulayan Ayça buldu.
"Ne yaptın sen Sena?" Muzipçe sırıttı, sonuçlarını hiç mi düşünmemişti? Beni delirtiyordu. Hamile olabilirdi, Tolga güvenilecek birisi olmayabilirdi. Bir sürü ihtimal vardı ve 24 yaşında bir erkeğin bu sorumluluğu alacağına inanmazdım sonuçta iş hayatına atılmış ve tam bağımsızlığının tadını çıkarıyordu. "Hamile kalırsan ne olacak hiç düşündün mü?" derken bıkmış haldeydim.
Aslında çalıştığım hastaneye muayene gelmişti ve doktor bir bebeği taşımak için vücudunun uygun olmadığını söylemişti, bana anlatmamıştı ama doktor söylemişti, sadece bilmiyormuş gibi davranıyordum. Ses çıkarmadan eve girmek için eline aldığı topuklu ayakkabılarını yere bıraktı ve ilerideki çerez tabağını eline aldı. "Aldıracak kadar vicdansız olmadığıma göre..." derken koltuğa oturdu ve bacak bacak üstüne attı, elbisesi kalçasının altına kadar açıldı. "Anneme çok mantıklı bir açıklama bulmada bana yardım eder ve geceleri minik yeğeninin bezini değiştirirsin."
"Sena şaka mı yapıyorum sanıyorsun?" diye parladım. Nasıl bu kadar umursamaz olabiliyordu?
Anlamsız bulduğu kızgınlığıma kahkahalarla gülerken jelibon tabağına uzandı ve birkaç tanesini ağzına attı. "Korunduk, sence her ihtimali göze almadan bir işe kalkışacak gibi mi duruyorum?" Sena Türker. Yirmi iki yaşında ve yaşının iki katı olgunluğunu, ayrıca bir çocuğun mizahını taşıyordu. Herkesin her şeyi olur ve herkese yetişirdi bu durumda kendini ihmal etmezdi, ben de nadiren onu şımartır, çoğunlukla da sorumsuzluğuyla azarlardım.
İçimde büyüyen korku yangınına bir nevi su dökmüş oldu. Rahatlayarak karşısındaki koltuğa oturdum ve baş ağrımın geçmesinin keyfini çıkardım, başımı ovarken gözlerimi kapattım, uykuyu sevmeyen biri olarak bütün gün uyuyabilirdim. "Diyeti unuttum Allah kahretsin," derken çerez tabağını aceleyle bıraktı ama yarısını çoktan yemişti.
"Bazen anoreksik olan hangimiz şaşırıyorum," derken göz devirdim.
Sena haklı olduğum için bozulduğunu belli eden bakışlarını bana attı, ardından ilgisini çeken her neyse öylece durup beni inceledi. "Üstündeki senin tişörtün değil," derken kaşlarını çattı ve tişörte bakmaya devam etti. "Kız tişörtü de değil. Ayça?"
Adeta kendimi savunmaya geçiren kırmızı sirenler zihnimde yanıp sönüyordu ve gece yaptıklarımı hatırlatmamak için siren sesi beynimde yankılanıyordu. "Elbiseyle uyuyamayacağıma göre tişörtü o verdi," derken omuz silktim ve önümdeki kahve bardağına uzandım, zihnimdeki suçlayan seslere göre oldukça başarılı bir şekilde kendimi savunmuştum. Ondan bana bu savunmayı yaptıracak hale getirdiği için nefret etmek istedim.
Sena yüzünü buruşturdu. "Tolga'nın dediği şeye aşırı tepki verdin," dedi sevgilisine bozulmuş gibi yaparak. "Aranızda bir şey mi oldu?"
Sorgularcasına kaşlarını çattı. Ofladım, bu konudaki bıkkınlık hissi en derinliklerime işlemişti. "Saçmalama," diye homurdandım. "Sadece bana yardım etti, sizin zorunuz ne?"
Dudaklarındaki o çok bilmiş ve sinir bozucu gülümsemesine engel olmadı. "Yüz ifaden beni öptü dermiş gibiydi de." Yüzümü buruşturdum, yapmıştım tamam ama öyle bir ifadesi vardı ki yapmasam bile yapmış gibi hissettirdiği için aşırı utangaç ve savunmasız hissetmiştim. Boğulmak üzereyken kahveyi zoraki yudumladım.
"Yok, daha neler." İçimdeki ses zihnimde belirdi. 'Dudaklarına yapışmış krallık kuruyordun, ne öpüşmesi?' derken yeni sürdüğü kırmızı ojeli tırnaklarını dudaklarına götürdü ve bastıramadığı o alaycı kahkahasını attı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BAŞKASI
General FictionDoğukan Arınç Balcı. Dünyasını, bize yaşamı anımsatan bütün canlı renklerden soyutlamış ve en az kendisi kadar hissiz bir hayat olan griyi yaşıyordu, dünyasında ona ait tek renk, griydi. Tehditkar, sert, hükmedici ve çekici görünümünün ardında...