Denizin öfkesini kustuğu dalgalar çok şey anlatırdı ama biz duymazdık. Duymak istemezdik çünkü acizliği görürdük ve kalbimizde büyük bir delik açardı, kafamızda kimsenin derinine inemeyeceği boşluklar yaratırdı.
Sessizlik insanı delirtirdi. İnsanlar acılarını örtü gibi sessizliğin üzerine kapatınca o sessizlik kalpte büyürdü, dudaklardaki kelimeler mühürlenip sessizliğe teslim edilirken yüreğinin en derininden söyleyemedikleri çıkar ve taşlaşan kelimeler boğazına tırmanırdı insanın.
Denizin olmadığı şehirde neden yaşayamayacağımı anlıyordum. Çünkü ben sessizliğimi dalgalara armağan ederdim, ben acımı dalgalara tattırırdım. Bir su parçasının içinde kimse duymayacakken dalgalara çığlık atardım ve onlar sessizce yutarlardı.
Denizin yuttuğu dalgalar her defasında birbirine çarpışırdı. İnsanların sessizliğe armağan ettiği kederleri, gözyaşlarını, anıları ve duygularını dalgalar birbirine çarpışarak fısıldadıktan sonra dalga yavaşça yok olur ve denize karışarak boş bir su parçasına dönüşürdü. Ve yine sessizlik galip gelirdi.
Dalgalar vücudumu savururken gözlerimi kapatıp dalgaların gürültüsünü, ardından gelen sessizliğini dinliyordum. Dalgalara bırakılan acılar bana mı aitti yoksa benden önce burası başka ruhların acılarını bıraktığı yuvası mıydı?
Her insanın dünyaya bıraktığı mirası olurdu, benim mirasım da onca insan varken bir su parçasına sığınarak dalgalara attığım çığlıklardaki ebedi acılardı. Bedenim ölüm denen hissizliği tattıktan sonra yıllarca çürüyecek ve ruhum beni gerçekten tanıyan son kişi bana ölümle eşlik ettiğinde silinecekti ama başka ıstıraplı bir ruh gelecek ve dalgalarda bıraktığım acıları hissedecekti, belki sahiplenecek ve mirasımı yaşatacaktı.
Mirasım olan acıların yaşatılmasını istiyor muydum?
Bu acılar bana aitti ama artık gri gözlerle paylaşıyordum. Kollarına koşmayı tercih ettiğim gece onlar bizim acılarımız olmuştu.
"Burası güzel," dedim denizin tuzlu kokusu tenindeki kokusuna işlerken, kollarımı boynuna doladığımda, dudakları dudaklarımın üzerine kapandığında yaptığı her şey affedilebilirdi. "Sen güzelsin," diye devam ettim dudaklarım boynunda dolaşmaya devam ederken. "Bütün acımasızlığınla."
İnsanlar hep fırtına anındaki duyguların en şiddetlisi olduğunu söylerdi ama benim için en şiddetli duygular fırtına sonrasıydı. Fırtına sonrasında beni kollarına aldığı andı. En gizli, en muhtaç, en küçülmüş halim çıkıyordu karşısına. Ve o bunu yargılamıyordu, o küçük bir kıza ihtiyacı olan şefkati tattıran bir zalimdi.
Hayata gözlerini açtığı ilk andan itibaren zalim olan birisi nasıl böyle şefkati hissettirebilirdi? Eğer bu şefkatse, daha önce hissettiklerim neydi?
"Denizin ortasında mı bunları söylüyorsun?" diye sordu garipseyerek.
Benim düşüncelerimi anlamadığı için ona ne diyebilirdim ki? O sadece birini öldürdüğünü düşünüyordu, sık sık bunu yapardı. Birini öldürüyordu, iki şişe viski içiyordu, üç paket sigara içiyordu, aramızdaki duvarlara tuğla ekliyordu, vücudu bana ihtiyaç duyduğunda yatağa geliyordu, her şeyin biraz daha düzeldiğini düşündüğümde kabusları başlıyordu ve birkaç gün boyunca bu devam ediyordu. Sonrasında da aynı gizemli havasına dönüyordu ve bana hiçbir zaman duygularından bahsetmiyordu. Gerçi, duyguları var mıydı ki?
"Neden bana hiç duygularından bahsetmiyorsun?" diye sordum başımı boynundan kaldırırken. "Her şey hakkında konuşuyoruz ama senin hakkında neredeyse hiç konuşmuyoruz."
Gri gözleri tuzlu su yüzünden kızarmaya başlamıştı, bana iç geçirir gibi bakarken nefesi boynuma çarptı ve orada parçalanırken içimde tuhaf bir his oldu, sonra uzaklardan gelen ses yüzünden ikimizin de dikkati dağıldı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BAŞKASI
General FictionDoğukan Arınç Balcı. Dünyasını, bize yaşamı anımsatan bütün canlı renklerden soyutlamış ve en az kendisi kadar hissiz bir hayat olan griyi yaşıyordu, dünyasında ona ait tek renk, griydi. Tehditkar, sert, hükmedici ve çekici görünümünün ardında...