Multimedyadaki şarkı Parov Stelar'ın Milla's Dream şarkısı. BAŞKASI'nı 2014 senesinin ikinci yarısında yazmaya başladığımı belirttim, Mayıs 2015'e kadar aklımda asla yayınlamamak vardı o zamana kadar ilk 24 bölüm yazıldı ve silinip şuan ki haline geldi. Şarkıyı bir sene önce keşfedince direk Ayça Poyrazoğlu'na yakıştırmıştım, başka kitaplarda kullanılmış olsa da ben bu şarkıyı Ayça Poyrazoğlu için sahiplendim ve bu şarkı Ayça Poyrazoğlu'nu temsil eden bir şarkı. Köprü sahnesi için en duygu yüklü şarkı yine bu şarkı. Herkese keyifli okumalar.
-
Bir şeyler kaybetmişti aynadaki kız. Boş ifadesinin ardında, anlatabileceği kelimeleri kaybetmişti.
Ringin ortasında şampiyon sıfatında yarışan bir boksör gibi, derisi parçalanıp kan kokusunu alana kadar devam ediyordu ruhum umutsuz yolculuğuna, son darbesini çenesinden alan boksör umutsuzca yere düşerken kirli eller ruhumdan ruhumu çalmış, beni ıssızlığın koynuna atmıştı.
Aynadaki kız pes etmişliğin şekil bulmuş haliydi. Bir pelerine sakladığımız ruhu paylaşıyorduk, ona pelerinin içinde kalacağıma söz vermiştim, ona büyük umutlar vermiştim, pes etmemeye dair. Demiştim ki zaman nefeslerimizi tükene kadar düşecek ve düşeceğiz, en dipte birbirimizi bulduğumuzda tükenişimizi ölümle kutlayacağız.
Ancak sözüme sadık kalamamıştım, ben yükselmiştim, o kadar yükselmiştim ki düşmeyi unutmuştum. Ve kendimi dipte bulduğum vakit umutsuz diğer yanımı bulmuştum.
Zaman akreple yelkovan arasında onu hırpalıyordu, geçen her saniye ona gazap dolu saatleri hediye ediyordu, zaman ona güneşe hasret kalmış kızarık gözlerine gündüz vakti bile gecenin örtüsünü örtüyordu.
Boğazımdaki kuruluk kelimeleri esir etmiş ama umutsuz yanıma buradayım demek istiyorum, ben pes etmedim. Ölümün koynundasın. Ve ıssızlığın sularında. Vaktinin dolmasını bekliyorsun antika saatlerin esaretinde bir uçurumun kenarında, son bir dua ve son bir çaba yok gözlerinde, sen zaten pes etmişsin. Atlama.
Eskiden en mutlu anlarımda umutsuz yanımın haykırışlarını işitirdim, gözlerinden geçen çaresizliği ruhumda hissederdim, o aciz yanma göğsümden geçerken ben bana bakan insanlara gülümseyerek onu kendimden uzaklaştırırdım.
Şampiyon düştükten sonra ayağa kalkmasını bilir miydi? Yerde yığılmış tepesindeki ışıkları izleyerek, geçen her dakikada görüşü yalnızca ışığa odaklanmış, hakemin ondan geriye sayışını, seyircilerin tezahüratlarını bir uğultu gibi duyarken tükendiğini bilerek... Ayağa mı kalkardı yoksa tükenmeyi mi beklerdi? Belki de onu şampiyon yapan tükenmenin ne olduğunu henüz bilmemesiydi.
Benim ruhum pes edip tükenmenin son noktasına gelene kadar ayağa kalkmazdı. Ayağa kalktığında çürük ihtiraslarla bulanmış bir ruha dönüşürdü. Hayata dönmeye çalışır ancak bunun çeyreğini başarabilirdi, yine karanlığın şeritlerinde yürür, yine satırlarda tükenirdi.
Çarşamba akşamı yerini Perşembe gecesine bırakmıştı, saat ikiyi biraz geçmişti ve Eylül'ün son demleriydi. Yalnız kaldığımdan belli takvimleri ve saatleri daha sık sayar olmuştum, yalnız kaldıkça boşalan içki şişeleri artmış, sigara kartonlarında birer dal kalmıştı. Özellikle de müziğin sesi çok artmıştı, eve girer girmez müzik açar olmuştum, bir zamanlar sahip olduğum bir dost vardı ve onun samimi sohbetini müzik notaları çalmıştı.
Giyimimde de işyeri dışında pek düzen kalmamıştı, eve gelir gelmez beni rahatsız eden kıyafetleri üzerimden çıkarıp çamaşırlarımla kalıyordum, göz makyajım ağlamaktan akıyor ve ertesi sabaha kadar da temizlenmiyordu, tırnaklarımdaki boya sudan aşınsa da tazelemiyordum. Gözaltlarım sürekli morluk halinde oluyordu, dudaklarımda renk kalmadığı gibi yeterince iyi beslenmediğimden kurumuş ve çatlamıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BAŞKASI
General FictionDoğukan Arınç Balcı. Dünyasını, bize yaşamı anımsatan bütün canlı renklerden soyutlamış ve en az kendisi kadar hissiz bir hayat olan griyi yaşıyordu, dünyasında ona ait tek renk, griydi. Tehditkar, sert, hükmedici ve çekici görünümünün ardında...