Bölüm şarkısı: Black Veil Brides - Lost It All
"Bu ellerle dünyayı yönettim. Yerden Cennet'i sarstım, Tanrıları toprağa verdim, krallığın anahtarını elimde tuttum. Kale duvarlarını koruyan aslanlar, ölü kralı selamlıyor. Sırtım duvara karşı, sadece nefes almaya çalışıyorum, sadece anlamaya çalışıyorum. Çünkü bu duvarları ben inşa ettim. Onların yıkıldığını izleyebilmek için."
-
Kelimeler dudaklarımdaydı. Zihnimde harmalanıp dudaklarıma kadar gelmişti ama ağzımdan çıkmıyordu, söyleyemediğim her kelime dudaklarımın arasında iğrenç bir tat oluşturuyordu.
Kelimeler buradaydı, asla gitmemişti, sessizliğe sığınmışlardı, sessizliğin esrarlı gölgelerinden çıktıklarında mühürlenmişlerdi.
Kelimeler dudaklarımda mühürlüydü. Kelimeler dudaklarımdan sürgün edilecekti. Kelimeler kaybolacaktı.
Ben kaybolacaktım.
Takvimler.
Takvim yaprakları.
Takvim yapraklarındaki 20 Kasım ona nasıl hissettirmişti? Esrarlı bir sessizlik, kutlanmadan geçen doğum günleri, üflenmemiş mumlar, hiçbir zaman dilenmeden zihinde kalmış dilekler.
Nasıl bir histi her doğum gününde başka birinin ölümüne sebep olduğunu bilerek yaşamak? O tarihe bakarken kayıtsız durmak? Ve her şeye rağmen intikam isteyenlere karşı gelebilmek?
Suç vardı ama suçlu yoktu, ölüm vardı ama ölümün sorumlusu yoktu, bir hayat diğeri için çoktan feda edilmişti ve yeşeren yeni hayat çoktan kanla kazınmış bir kaderi çizmişti, intikamın günü çoktan belli olmuştu, zalimliği tercih edilmişti. Bir mezar taşına bir ad ve gizli harflerle katilin adı yazılmıştı ama başka bir lisanda gibiydi, harfler yan yana gelip o ismi çıkaramıyordu.
Belki de katil gerçekten oydu, başka bir bedeni kanlar içinde bıraktığı gibi.
Sarsılmıştım, şüpheye düşmüştüm, doğrudan ayrılmıştım ve her şeye rağmen onu koruyabileceğimi düşünmüştüm. Ne o ne de ben düşmanı tanıyorduk, neler yapabileceklerini bilmiyorduk. Zayıflığı bendim, daima korumak istediği, daima elinde tutmak istediği, daima değer verdiği. Kendi başımın çaresine kendi doğum günümde bile bakamamıştım ancak onun kendi başının çaresine bakacağını biliyordum, hep bakardı zaten.
Doğukan Arınç Balcı'yla kavga edebilirdiniz, onun olana el uzatma cesaretini gösterebilirdiniz, ona bir silah doğrultabilirdiniz, hatta şansınız yaver giderse onu öldürebilirdiniz ama onu yenemezdiniz. Hep yenilmez olandı o, güçlü olandı, tehditkar olandı, kaybetmenin ne olduğunu bilmeyendi.
Belki de bu insanlar ona yenilginin ne olduğunu tattırmalıydı. Belki de sadece silahı kafama dayadıktan sonra tetiği çekmesi ve duvarları kanımla boyaması yeterliydi, sonrasında kontrolünü kaybedecekti. Öldürecekti, öldürmeye devam edecekti. Öldürecek kimse kalmadığında hiç tatmadığı bir acıyı tadacaktı, içinde asla bitmeyecek bir gazap olacaktı ve bunu durduramayacaktı. İşte o an yenilecekti, her şeyi kaybedecekti.
Doğukan Arınç Balcı kaybedecekti.
Sesler. Hepsi kelimelerdi ama birbirine karışıp gürültüye dönüşmüştü. Sesleri duyuyordum, gürültüler netleşirken az çok kelimeleri işitiyordum. Bir metal masaya sertçe çarparken sıçrayarak gözlerimi açtım, hiç de kibar bir uyandırma şekli değildi.
Bana söz vermişti, kızıl saçlı adam bana söz vermişti, ona zarar vermeyecekti, onunla sadece konuşacaktı ve ben aptal gibi buna inanmıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BAŞKASI
General FictionDoğukan Arınç Balcı. Dünyasını, bize yaşamı anımsatan bütün canlı renklerden soyutlamış ve en az kendisi kadar hissiz bir hayat olan griyi yaşıyordu, dünyasında ona ait tek renk, griydi. Tehditkar, sert, hükmedici ve çekici görünümünün ardında...