Bölüm şarkısı: Parov Stelar-The Princess. (2015 senesinde keşfettiğim ve o günden beri Ayça Poyrazoğlu'nu yansıtan notaları olan şarkıdır. Tamamen Ayça Poyrazoğlu'nu temsil ediyor.)
-
Seni öldürmeyen şey, yarım bıraktığı işini bitirmek için geri dönerdi ve döndüğünde daha önce ölmüş olmayı dilerdin.
Zihnimdeki kalemin mürekkebi bitmiş karanlık sayfaları hiçlikle besliyordu, zihnimdeki mürekkep sonsuz düşünce okyanusumken artık hiçbir şeyi düşünemiyordum, ben de kendimi diğer herkes gibi rutin hayata bırakmıştım.
Artık benden geriye düşünecek veya yasını tutacak hiçbir şey kalmamıştı, geçen yıllar benden o kadar çok şey götürmüştü ki yirmi üçlük bedenin içinde yatan yaşlı ruhun kokusunu alabiliyordum.
Düşünmeyi bıraktığımda benim de herkes gibi bir anlığına normal bir hayatım oluyordu.
Buraya nasıl gelmiştim ki ben? Tüm bunlar nasıl olmuştu? Ben sadece insanların arasından kaçmayı görev edinen genç bir kızdım, işimi büyük bir sorumlulukla yapardım, geceleri çalıştığım hastanenin bahçesine çıkar ve ailemi düşünerek kendime eziyet ederdim, evde bir arkadaşım vardı, sadece bir. Ve bana ihanet etmeyeceğine emin olduğum tek kişiydi.
Öz annem yoktu ama karşıdaki evinden bana annelik eden bir Nazlı Teyze vardı, dedem gözümün önünde öldürülmüştü ama beni torunu olarak gören bir Mustafa Amca vardı, bana geçmişimden yakın olan tek anne Sevinç Teyze vardı. İnsanlardan kaçtığım, geçmişimin sadece anılarımda olduğu bir hayatım vardı benim. Ve Doğukan Arınç Balcı hepsini mahvetmişti.
Alevleri izledim, terk edilmişliğimi izledim, yine ve yeniden. Terk edilmeye mahkum gibi. Alevlerin içinde yanan gülüşümü son kez izledim ve gözyaşlarım yeniden bağımsızlığını ilan etti, odunlar çatırdayarak yanarken dans eden alevlerden çıkan korlar yükseliyor ve bir anda yok oluyordu, aynı yere düşen kar tanesi gibi. Yavaşça ve olağanca sessizce.
Doğukan Arınç Balcı'nın dünyasını merak ettiğimde içine girmeyi kendim istemiştim ve aptaldım. Hayatımı yıkacak, değiştirecek, tehlikeye atacak ve her şeyi yapacak kadar gücü olduğunu bilerek ona güvenmiş, onu sevmiş ve ona bütün kalbimi açmıştım.
Aptaldım çünkü suyu görüyordum, içine girmemem gerektiği söylense de yüzmek istediğimi söylüyordum. Oysaki suya girmek isterken suyun soğuk ve derin olduğunu bilmiyordum, suyun içinde beni dibe çekecek onlarca şey vardı. Ve bana yapma denmişti, ben yapmıştım. Ve beni dibe çektiklerinde yüzmek işe yaramamıştı. Su çığlıklarımı yutmuştu, su çaresizliğim olmuştu. Beni öldürmüştü.
Dudaklarım bütün hıçkırıkları tutarken birbirinden ayrıldı ve söylemek istedikleriyle söyleyemedikleri arasındaki acı ayrılık yüzünden titredi, beyaz bir battaniyeye sarılı çıplak bedenim alevlerin karşısında bütünüyle titredi ve içimi sonbaharda büyük bir soğukluk doldurdu, dudaklarımda çaresizlik vardı. Bütün bir güne baktığımda sabah dünyanın en mutlu insanıydım, ancak şimdi külleriyle baş başa kaldığım anılara bakıyordum. Alevler gözlerimde yansıdı ve zamanı durdurup geriye sardı.
İstanbul'a dönmemizin ardından bir ay kadar yakın zaman geçmişti. Yağız'la aramız tam olarak düzelmişti ve her şey mükemmeldi. Ancak sönmekte olan alevleri yeniden canlandıran olaylar Pazar sabahıyla başlamıştı. Pazar günlerinde tuhaf bir uğursuzluk ve sevimsizlik vardı, Cumartesi gecelerini severdim, özellikle de masamın üzerinde viski şişeleri sayılamayacak kadar boşken ve kafam güzelken.
Tabii ki kontrole gittiğimde doktor kesin olarak alkolü kesmem gerektiğini, içeceksem ayda yılda bir kez içmemi ve dört ay kadar hamile kalmayı beklememem gerektiğini söylemişti. Gerçi yeniden hamile kalırsam Yağız bu defa bana iğneleyici bir şekilde benden olduğuna emin misin diye soracaktı ve yeniden ona hiçbir şey demeye hakkım olmayacaktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BAŞKASI
General FictionDoğukan Arınç Balcı. Dünyasını, bize yaşamı anımsatan bütün canlı renklerden soyutlamış ve en az kendisi kadar hissiz bir hayat olan griyi yaşıyordu, dünyasında ona ait tek renk, griydi. Tehditkar, sert, hükmedici ve çekici görünümünün ardında...