38. BÖLÜM: "BENİM SIRAM"

21.1K 1.9K 247
                                    

Merhabalaar, biz geldikkk😌

Bildiğiniz gibi Sevda Çiçeği kitap oluyor, onun kapak çalışmalarıyla uğraşıyoruz, bu yüzden birazcık geciktim, kusura bakmayın lütfeeen👉🏻👈🏻

Finale adım adım giderken birazcık hızlanalım mı, ne dersiniz? Oylara 1,4k diyelim, bende sizlere salı günü yeni bölümle geleyim? Anlaştık? Bence anlaştıkk😌

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın olur mu, yorumlarınızı okumayı çoook seviyorum🐣

Umarım sevdiğiniz bir bölüm olur, keyifli okumalaaar♥️

***

Zaman hiç beklemediğim kadar büyük bir hızla akıp geçiyordu.

Gerçekten.

Son birkaç haftadır bir rutinin içine sıkışmış gibiydim. Erkenden uyanıyor ve dedemle birlikte kulübe gidiyordum. Tenis maceram, Alp'in beni apar topar hastaneye götürdüğü o gün bitmişti. İnternette; bunun bebek için bir zararının olmayacağını söyleyenler ve hamilelikte düşük riskine yol açabileceği için zararlı bir aktive olduğunu söyleyenler arasında sıkışıp kalmıştım ve Alp'in de engin fikirleri doğrultusunda tenis randevularım yüzmeyle yer değiştirmişti. Dedem koşarken ya da kardiyo yaparken, ben vaktimi havuzda geçiriyordum. İlk birkaç gün sabah erkenden uyanmak ve yüzmeye gitmek benim için cehennem gibiydi ama bu artık kaslarımı rahatlatan ve zihnimi dinginleştiren bir aktivite haline gelmişti.

Kulüpten sonra dedemle beraber eve geçiyor, annemin hazırladığı kahvaltı sofrasına oturuyor ve ardından annemle beraber atölyeye gidiyordum. Melis ve Gökçeyle birlikte zaman geçiriyordum. İki hafta önce Vampir günlükleri izlemeye başlamıştık ve itiraf ediyorum, onlarla vakit geçirmek harika bir şeydi. Seksi vampirleri seyrediyor, kendimizi tüm o dantelin, inci bocukların ve çiçeklerin arasında kaybediyor ve sınırsız dedikodu yapıyorduk.

Melis ve ben, Gökçe'nin çapkınlıklarını dinlerken öyle eğleniyorduk ki her geçen gün onu ve Alp'i tanıştırma düşüncesi kafamda daha da büyük bir yer ediniyordu. O iki iflah olmazın bir araya geldiğini düşünmek bile suratımda kocaman bir sırıtışa neden oluyordu. Öte yandan tam bir esmer güzeli olan Melis, daha sakin biriydi. Onunla bir şeyler paylaşmanın insanı rahatlatan bir tarafı vardı. Etrafa gülücükler ve pozitiflikler saçan biriydi, onların yaptıklarını taklit ettiğim ve başarısız olduğum her seferinde beni daha da yüreklendiriyordu. Bunların hiçbir işe yaradığı söylenemezdi elbette ama kimin umurundaydı ki?

Ben patronun kızıydım.

Atölyeden çıktıktan sonra eve dönüyor, bazen Beyaz'ı alıp dışarı yürüyüşe çıkıyordum ve bazen de onunla bahçede oyunlar oynuyordum. Şimdilerde küçük yaramazın en çok sevdiği şey yan bahçeye kaçmaktı. Alparslan'ın arazisine izinsizce girmekten hiç çekinmiyor, o küçük poposunu bana doğru sallıyor ve canının istediği şekilde koşturup duruyordu. Yorulduğunda geldiği yer yine benim kucağımdı ancak güzel köpeğimin bunu çok da umursadığını söyleyemezdim.

Beyaz'la oynadıktan ya da kimi zaman onunla küçük bir şekerleme yaptıktan sonra akşam yemeğine oturuyor, bizimkilerle bir kahve içiyor ya da bir şeyler seyrettikten sonra odama çekiliyordum. Alparslan'ın ailemle yaptığı o kahvaltıdan ve dedemin sözlerinden sonra her şeyin biraz daha kolaylaşacağını düşünmüştüm ancak tam aksine, daha da zorlaşıyor gibiydi. Ali Tufan Seçkin, Alparslan Gündoğdu'ya göz açtırmıyordu.

Ya da öyle yaptığını sanıyordu.

Alparslan'la olan ilişkimiz tıpkı iki lise öğrencisinin ilişkisine dönmeye başlamıştı. Mesajlaşıyor, telefonla konuşuyor ve birbirimize fotoğraflar gönderiyorduk. Bu durum karşısında deli gibi eğleniyordum ancak Alparslan'ın benimle aynı duyguları paylaşmadığı, öğle aralarında atölyede yanıma uğramalarından -kızlar ona bayılıyordu-, Beyaz'ı kandırıp bahçesine çağırmasından ve bundan faydalanarak beni içeri çekmesinden, kimi gece kendimi onun yatağında ya da onu benimkinde bulmamdan belliydi.

ATEŞİN KOYNUNDAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin