İkinci Bölüm: Starbucks Anlaşması

20.4K 1.5K 1.1K
                                    

Cumartesi.

Tüm günlerin ortak noktası. Okulun 5 ızdıraplı gününden sonraki ve bu 5 günün tekrar başlamasından bir önceki gün. Cumartesi günleri, odamda tüm gün tutsak kalmayı tercih ederdim. Kahkahalardan, hakaretlerden ve yaralanmaktan korunmak için. Okuldan kimseyi görmek zorunda değildim, internette bile, çünkü sırf insanların bana sanaldan da zorbalık edebilmesi için Facebook veya Twitter gibi hesaplar açacak kadar aptal değildim. Hatta zorunlu grup ödevleri yüzünden haftasonu bir partnerle yapmam gereken ödevlerim olduğunda bile her şeyi kendi başıma yapardım ve partnerim de not alırdı. Yani Cumartesi günümün okulla bir ilişkisi vardıysa bile, olmamış olurdu.

Ta ki bu Cumartesi'ye kadar.

Elimdeki kağıtla amaçsız bir şekilde oynamayı sürdürdüm. İçimden onu parçalara bölmek geçti. Bu şeyle ilgili neden çok endişeli, korkmuş hissettiğim hakkında hiçbir fikrim yoktu. Muhtemelen sınıftaki yazıcıdan alınmış boş bir kağıdın küçük bir parçasıydı sadece. Üstüne yalnızca bir cümleden oluşan bir mesajın karalandığı bir kağıt parçası. Ve mesajın altında Üç Silahşörler'den başkası olmayan 3 farklı insanın 3 farklı el yazısıyla imzalarının bulunduğu kağıt parçası.

Üç Silahşörler , Alexandre Dumas tarafından yazılan bir kitaptı. Kitabın geçtiği yer 1800'lerin Paris, Fransasıydı. Kitap, d'Artangan adında bir adam ve o dönemin kralını korumakla yükümlü silahşörler olan Athos, Porthos ve Aramis'in maceralarıyla ilgiliydi. Ama ironik olarak, kitap üç silahşörleri değil de silahşör olmadığı halde, sonradan onlardan biri olan ana karakteri anlatıyordu.

Ama ben bu üç silahşörlerden bahsetmiyordum, Üç Silahşörler'den bahsediyordum. Dartwell Lisesi'nin en kötü çocuklarından: Bennett Frazier, Jordan Wallace ve Declan Lynch'ten. Hepsi de benim gibi son sınıf öğrencisiydi, ama başından beri değil. Geçen haftadan beri.

Geçen haftanın başında, sadece... birden beliriverdiler. Kimse nereden geldiklerini veya kim olduklarını bilmiyordu. Tek bildiğimiz şey, geçen yıl okulda yoklardı ve şimdi vardılar. Ama kendileri gibi birden beliren bir üne de sahiplerdi. Kimse gerçek olup olmadıklarını bilmese de, söylentiler söndürülmesi güç bir ateş gibi etrafta dolaşıyordu. Üçü de bir çetenin içindelermiş. Hepsi sabıkalı, zengin, kefaletle serbest kalmış, uyuşturucu işinde ve silah ve bıçak kullanırlarmış. Hepsinin ayrı ayrı geçmişi, ünü varmış ama birbirleriyle tanışınca bir grup olmuşlar. Bunlar, insanlar bana zorbalık etmek yerine dedikodu etmekle daha çok meşgulken duyduğum sadece birkaç söylentiydi. Ama tek şey doğruydu, şöhretleriyle birlikte gelen Üç Silahşörler ismi gerçekten onlara aitti. Birileri isimlerini pek ciddiye almayabilirdi, özellikle de benim gibi birisi, ama etrafta dolaşan söylentiler fikir değiştirecek cinstendi.

Ama ben onlara göz atmaya bile zahmet etmedim. Duyduğum söylentiler umrumda değildi. Nedense onlar hariç tüm okulun yaptığı gibi bana zorbalık da etmemişlerdi. Belki buna bile değmediğimi düşünmüşlerdi. Ama onlar bana zorbalık yapmadığı ve yokmuşum gibi davrandıkları sürece ben de aynısını yapardım. Ama aklımda tek bir soru vardı: Üç Silahşörler'in İnek Naomi'yle ne işleri olabilirdi?

Dün, Cuma günü, onlarla şahsen tanıştığım ilk gündü. Onlarla tam olarak konuştuğum ilk gün. Koridorda Bennett'la çarpışmış ve onu terslemiştim. Jordan kimya dersinde partnerim olmuştu ve dersten sonra hemen ondan kurtulmuştum. Ve futbolda Declan'la takım olmuştum, sonra da beni savunduğunda ona gitmesini söylemiştim. Tüm yaptığım buydu ve cevap olarak onlarla öğlen Starbucks'ta buluşmamı söyleyen bu notu aldım.

Sandalyeme iyice gömülerek tavana baktım. Şimdi ne yapmalıydım? Kalmalı mıydım yoksa gitmeli mi? Müzik setimin uzaktan kumandasını alıp oynata basmadan önce bir süre sessizce bekledim. The Clash'ten Should I Stay or Should I Go arka fonda çalmaya başladı.

The Good Girl's Bad Boys: The Good, The Bad, And The Bullied (Türkçe Çeviri)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin