Evet, birkaç dakikadır çevredeki insanlara lavabonun nerede olduğunu soruyordum. Aldığım tüm cevaplar aynı şeylerden oluşuyordu yani sızlanmalar, göz devirmeler, çoktan bitmiş bir şişeyi uzatıp içmemi teklif etmeler ve acınası bir şekilde omuz silkmelerden falan. Bu yüzden ikinci kata çıkıp orada bir lavabo aramayı akıl edene kadar orada aptal aptal dolandım. Merdivenlerden sendeleyerek çıktım, bir ara arkaya düşecek gibi oldum ama yine de en üst basamaklara ulaşmayı başardım. Sonra yiyişen ve içen hatta ikisini birden yapan -ki bana sorarsanız bu çok tuhaf- insanlarla dolu karanlık koridordan yürüyerek geçmeye başladım. Tüm kapıları lavaboyu bulabilmek için teker teker açıp kontrol ediyordum.
"Upss!" dedim, kapıyı beceriksizce kapatarak.
"Ah, hayır, teşekkürler." Kapıyı yapabildiğim kadar hızlı bir şekilde kapatarak onları kibarca reddettim.
"Ugh! Kendinize bir oda bulun! Bir saniye..." Bir çift topuklu ayakkabının teki bana fırlatılmıştı ama kapıyı tam zamanında kapattım.
Vücudumu duvara yaslayıp kafamı hayal kırıklığıyla vurmaya başladım. Bir çocuğu bulamamak tamam da, bir lavaboyu bile bulamamak değil. Nasıl lavaboyu-
"Naomi?"
Adımı çağıran sese baktım. Koridorun sonunda ışığı yanan bir odanın açık kapısından süzen, karanlık koridoru aydınlatan bir ışık hüzmesi vardı. Ama tam önünde ise, ışık tarafından aydınlatılmış bir çocuk vardı. Yukarıdan gönderilen bir melek gibi görünüyordu, ışıltılı zırhının içindeki bir şövalye gibi, kurtarıcım gibi. Eğer hala tahmin edemediyseniz, o Parker'dı. Beni gördüğü için son derece rahatlamış gibi bakıyordu ve bana doğru yürümeye başlamıştı. Ben de ona doğru yürümeye başladım. Sonra yürüyüşümüz daha da hızlandı ve sonra koşmaya dönüştü. Aynı şu film sahneleri gibiydi, duygusal bir müzik eşliğinde ağır çekimde birbirlerine doğru koşan tekrar kavuşmuş iki insan. Ama ben, içeceğimi Parker'ın eline sert bir şekilde tutuşturduğumda müzik sesi aniden bir cızırtıyla kesilmişti.
"Tut şunu." dedim yanından geçip giderken.
"Parker gözlerini kırpıştırdı. "Bekle, ne-"
Arkasında bulunan lavabonun kapısının çarpma sesiyle sözleri kesildi. Birkaç dakika sonra lavabodan çıktım ve rahatlamış bir şekilde derin bir nefes verdim.
"Ne kadar uzun süre tuttuğumu bilmiyorsun-"
Parker beni kollarına çekerek sözümü kesti. Gözlerimi kırpıştırarak neler olduğunu anlamaya çalışıyordum. Etrafımdaki kolları daha da sıkılaştığında ben de beceriksizce elimle sırtına hafifçe vurdum.
"Çok endişelendim," dedi. Sesi telaş içindeydi. "Neredeydin sen? İlk baktığımda yanımdaydın ve hemen biraz sonra bir de baktım ki yoksun. Seni saatlerdir arıyorum Naomi, saatlerdir. Etraftakilere sordum ama herkes beer pong ve robotlu bir şeyler söyleyip durdu." Şuan bu durumda olmasaydım buna gülebilirdim.
Geri çekildi ama gözlerime iyice bakabilmek için hala omuzlarımdan tutuyordu. Parlak mavi gözleri hala endişeden çıldırıyor gibiydi. Ona bakarak çok endişelendiğini, telaş yaptığını, korktuğunu ve kendisine çok kızdığını söyleyebilirdim.
"Hayır, bu senin hatan değil. Benim hatam, öyle yapmamalıydım-"
Alnını alnıma bastırdı. "Hayır, benim hatam. Sadece bunu bana bir daha sakın yapma, Naomi. Seni kaybettiğimi sandım. Çok korktum, çok endişelendim. Bu partilerde neler olduğunu bilmiyorsun. Başına kesin bir şey geldi, başına kesin bir şey geldi diye düşünüp durdum. Eğer gelseydi-" Parker sustu ve gözlerini kapadı. "-Kendimi asla affetmezdim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Good Girl's Bad Boys: The Good, The Bad, And The Bullied (Türkçe Çeviri)
Comédie"Aslında oldukça basit," dedi Bennett. "Sen bizim iyi kızımız olacaksın," Declan başladı. Jordan gülümsedi, "Ve biz de senin kötü çocukların olacağız." Bir anlığına sessiz kaldım, bir onlara bir sözleşmeye baktıktan sonra tekrar onlara döndüm. Ardın...