Bölüm 32

489 34 62
                                    


İpek ağlamaktan şiş gözlerini saklamak için güneş gözlüğünü takmış bir halde annesinin inişini bekliyordu. Sabaha dek gözüne bir damla uyku girmeden düşünüp durmuştu. Kimdi nişanlısı olarak ilan edilen çocuk? Yakışıklıysa en azından, katlanabilirdi diye düşünüyordu. Ailesini reddedemeyeceği için ortak yolu bulması gerekiyordu. Abisinin buz gibi bir kalbi olmasaydı belki yardım edebilirdi ancak ne mümkündü, onun gözü sadece o mağara adamını görüyordu.

Derin bir iç çekip, gülümseme kondurdu yüzüne. Her ne olursa olsun annesini oldukça uzun bir süreden sonra görecekti. Asık suratla çıkmak istemiyordu karşısına. Belki görüşmedikleri zaman boyunca sert karakteri yumuşamış olabilirdi. Bir ihtimal atabilirdi nişanı.

Dua etmekten başka şansı yoktu. Aklında en ufak bir çıkış yolu yoktu. Belki mahallede ki teyzeleriyle konuşursa, onlar bir çözüm bulabilirdi. Koskoca dünyada sadece onlar yanındayken değerli ve sevilmiş hissedebiliyordu. O insanlar kendisini dinler ve anlardı. Bir plan yaparak kurtarırlardı onu. En azından öyle düşünüyordu. Tutunabileceği son umuttu belki de, bilemiyordu.

Kapılar açıldı ve iniş yapan uçaktan ayrılan yolcular birer birer dışarı çıkmaya başladı ellerinde valizleriyle. İpek heyecanla annesine bakındı. Henüz görünmüyordu. Sabırsızca bir an önce gelmesini beklerken, sonunda çıkabildi içeriden. Kulaklıktan birileri ile konuştuğu ve gergin olduğu belli oluyordu.

"Şansa bak." Gerginse konuyu dahi açamazdı, biliyordu. "Anne! Buradayım!" El salladı zıplayarak olduğu yerde. Annesi ile gözleri birleşince nutku tutuldu. Küçük bir böcekmiş giib tiksinti ile bakıyordu annesi ona. Gülümsemesi silinirken yüzünden, hava da asılı kalan elini de indirdi. Besbelli annesi hiç değişmemişti. "Hoş geldin anne."

"Tut şu bavulu çabuk." Bavulu İpek'in eline tutuşturdu. "Şunu ve şunu da." Eline çantasını tutuşturup, montunu da kafasına atarak , telefonla konuşa konuşa uzaklaştı oradan. İpek gördüğü muamele karşısında üzülse de elinden bir şey gelmiyordu.

"Ben de seni özledim anne." Hüzünlü bir şekilde söyledi ve sanki köpek çağırır gibi kendisini çağıran annesini takip etmeye başladı.

"Ah Leo! You look amazing , darling! "(Ah Leo, harika görünüyorsun , hayatım!)

"It's your pleasure my dear." (O senin zevkin canım. Daha çok 'Rica ederim' anlamında.)

İkili kendi aralarında gülüşürken İpek sessizce izliyordu onları.

"Let me introduce you with my daughter, İpek!" (Seni kızımla tanıştırayım, İpek.) Gözleri parlıyordu bunu söylerken.

"Oh my precious fiance. Glad to meet you , my lost soul." (Oh benim eşsiz nişanlım. Tanıştığıma memnun oldum, kayıp diğer ruhum.) Nazik bir şekilde elini kavrayarak, dudaklarına götürdü. İpek İngiliz aksan zehirlenmesi yaşarken mecburen gülümsedi.

"Yeah, thanks." (Evet, sağ ol.) Göz devirdi. Neyse ki gözlük taktığı için belli olmuyordu.

"My dear fiance, why did you put glasses on your face?" (Sevgili nişanlım, neden gözlük takıyorsun?) İlgiyle sordu.

"Y no hablo İngles, lo sieanto mi amigo!" (İngilizce bilmiyorum, kusura bakma dostum.) İspanyolca karşılık verdi.

"No problema mi amor! Estoy hablo Espanol." (Sorun değil aşkım. İspanyolca konuşabiliyorum.) O da karşılık verdi hemen. İpek iç geçirerek başka bir dil düşündü hemen. Gerçi iyi aile çocuğu olduğu için aşağı yukarı bir çok dil hakkında bilgi sahibidir, diye düşünüp vazgeçti.

"İpek, why don't you speak English? Don't make it harder for your fiance." (İpek, neden İngilizce konuşmuyorsun? Nişanlın için daha zor hale getirme.) Annesi belli etmemeye çalışarak, ölümcül bakışlar gönderdi İpek'e. "Whatever. Why don't we go to the outside for taking a little break after such a tiring day?" (Her neyse. Neden yorucu bir günün ardından dışarı çıkıp biraz ara vermiyoruz?) Gülerek adımlarını havalimanının çıkışına yönlendirdi.

MAHALLE ABİSİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin