'Sık Taner.'
'Sen bakınca olmuyor baba'
'Peki aslanım' diyerek adam çocuğa arkasını dönmüş ve yine saf bir sakinlikle sese dikkat kesilmişti. Çıkan boş namlu sesi ile gülüşü yüzüne dağılırken adam da önüne dönmüştü.
'Buna güvenip yola çıktın demi aslanım. Yani bir şey olsa aileni bu mekanik ama dandik şeyle koruyacaksın demi?'
'Baba ben kontrol etmemiştim, sinirler'
'Şarjörü çıkar bakalım' demesi ile Taner adamın dediğini anında uygulanmış ve ağzına kadar dolu demire bakmıştı.
'Kurşun, var...'
'Var ama bunların hepsi insan yapımı aslanım. Şimdi söyle bakalım, bu çalışmadı demi. Niye çünkü mekanik bir devre, nasıl vazo kırılır, telefon bozulursa bu da öyle bir şey. Peki sen dövüş sanatlarını biliyor musun?'
Yok baba, arada bir boks işte. O da bir kaç numara.' Vuslat başını sallayıp Göktuğ'ya bakmıştı.
'Sen biliyor musun oğlum?'
'Savunma biliyorum baba' Vuslat bir kez daha başını sallayıp eli ile Göktuğ'ya gel işareti yapmıştı.
'İkinizinde eksiği var değil mi? Göktuğ silahın mekanik bir canavar olduğunu ve babasının tedbirini unuttu, Taner ise demir parçasına güvenip hayatını sokağa attı.' iki gencinde başı öne eğilirke Vuslat hafifçe tebessüm etmişti.
'Şimdi, ben karşınıza çıkan biriyim. Farz edin düşmanım. Ne yaparsınız?' ikisinin de bakışları babalarına döndüğünde Vuslat'ın cevap ister gözleri onlarda takılı kalmıştı.
'Saldırmanı bekleriz.' diyerek Göktuğ emin olmasa da omuz silktiğinde Vuslat bu defa da Taner'e bakmıştı.
'Önceden davranırdım ama heralde kontroüm altındakilere sığınırım'
'Mesela?'
'Silahtan eminsem o, yanımda yoksa levye, olmadı bir iki yumruk.'
'Peki, deneyelim. Sadece ikiniz varsınız. Araba ile önünüzü kestim. Sen silahından eminsin, sen de saldırmamı bekliyorsun anlaştık mı'? ikisi de başını salladığında Vuslat bir kaç adım gerilemiş belindeki silahı çıkarmıştı. Çocuklara doğrulttuğunda onların bakışları donuklaşırken Taner iki adım atmıştı ama Vuslat anında horozu çekip oğlunu durdurmuştu.
'Ne yapacaksınız?' ikisi de bilmiyoruz dercesine başlarını salladığında Vuslat derin bir nefes almıştı.
'Canınızdan olursunuz. Benim canım olan iki adamı neden bu şeylerden uzak tutuyorum sanıyorsunuz siz? Eğitimli değilsiniz, ikinizde. Bu konuda ne bilgi ne de pratiğiniz var. Bir daha kullanmasını bilende de bilmeyende de silah görmek istemiyorum.' cümlesi sonlandığında koltukdaki adamlara dönmüştü.
'Sizin için de geçerli. Çok şükür adamımız var, üstelik canlarını verebilecek kadar mert adamlar. Ben sizin artık zarar görmenizi istemiyorum. Elinizden geldiğince geri durun. Çoluğunuz çocuğunuz var, yaşayacaklarınız var'
'Peki sen abi?' Aras'ın sorusu ile Vuslat tek kaşını havalandırmıştı.
'Doğacak bir evladın daha var. Karın, sevdiklerin ve seni sevenler. Her zaman olduğu gibi ateşe mi yürüyeceksin.' adamın sorusu ile Vuslat derin bir nefes almıştı.
'Benim de daha sizi bırakmaya niyetim yok Aras. Ama hepiniz biliyorsunuz ki sizden daha çok hakimim bu olaylara. Ki hepinizin bu işin içinde olma nedeni benim. Bu da size boyun borcum'
'Biz istemesek sanki yanına alacaktın da neden olarak kendini görüyorsun.' Vuslat bakışlarını Aras'ın cümlesi ile ondan kurtarıp Taner'in elindeki ve Göktuğ'un belindeki silahları almıştı. Bakışları içeri yeni giren Yavuz'a kaydığında onun Yüsra hanımla beklemesini fark etmişti.
'Hoş geldin abla.'
'Hoş bulduk Vuslat, sorun mu var?'
'Var ama küçük. Hem problemleri fırsata çevirmek gerek. Hep beraber Mardin'e gidelim dedik'
'Sorun ne ki?'
'Kafana takacağın bir konu değil. Neyse, sen de dinlen sabaha çıkarız yola.'
'Vehdat'la farkın yok, dolaplar döner ve siz ikiniz durmadan, aman... önemli bir şey yok dersiniz.' kadın muhallanmış halde merdivenleri çıkarken Vuslat ardından gülüp yerine yerleşmişti.
Vehdat Haznedar'ın dediği gibi. Eğer ki koruman gerekenler varsa, kaçmak bazen en iyi savunmadır. Kimsesiz kalmaktan veya sevdiğin insanların zarar görmesini izlemekten daha iyidir kayboluşun derdi adam sürekli. Vuslat bir kaç gündür bunu daha iyi anlamıştı. İçinde tusunami gibi büyüyen bir felaket olsa da kendini hafif dalgalı bir deniz olarak gösterebiliyordu.
Kaybetmek kötüydü. Sevdiğini kaybetmekte elbette ki öyleydi ancak sevdiklerini kaybetme korkusu insanın içinde büyük bir deprem yaratıyordu. Bile bile hiçe dönmüş beton yığınlarına sarılmaktan başka bir anlam ifade etmiyordu. Koca bir hiçlikti işte. Yok oluş, kırılganlık, hüzünlerin omuzlarına atıldığı bir ağırlıktan başka halta yaramazdı bu korku. İnsanın içini titretirken bağlılığın da kendini belli etme hallerinden biriydi. İnsanın dili damağı kururdu da kalbindeki veya beynindeki o sevgi çağlayan ırmak kurumazdı. İster çöl sıcağı, ister ateşin koyu yakıcılığı olsun tükenmek bilmeyen tek kaynaktı kalbin odacıkları.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Şafak Sökerken |Şafak Serisi 1 - 2|
Novela Juvenil(Şafak Serisinin 1. Kitabıdır.) Vuslat sesizliğinin içine ağırlığını katarak sunuyordu insanlara. O ağzını açtığında kimse konuşamazdı ve o sustuğunda kimse bir adım öne çıkamazdı. Yerini, gücünü, hakimiyetini ve hırsını kaybetmeyen nadir adamlardan...