"Daphne!"
"Daphne!"
Vücudum yumuşak bir dokunuşla sarsılıyordu. Başımı kaldırdığımda görüşüm netleşti. Bilincim yerine geldiğinde Mathius'un yüzünü gördüm. Hala minik havuzun yanındaydım. Dizlerimi kendime doğru çekmiş başımı dizlerime dayamıştım. En son ne yapmam gerektiğini düşünürken uyuyakalmış olmalıydım.
Mathius'un yüzünde ufak endişe kırıntılarını yakalamıştım ancak şuanda yüzünde sadece tebessüm vardı.
"Günaydın, iyi misin?"
"Günaydın mı?" diyerek etrafıma bakındım. Hava henüz kararıyordu. Kaşlarımı çatarak Mathius'a baktığımda güldü.
"Kendinde misin? Hala uyanamadın galiba."
"Uyandım, evet, iyiyim. Uyuyakalmışım burada." Dediğim de bir kez daha güldü.
"Evet, biliyorum." Diyerek kalkmama yardımcı oldu. Burada ne işi vardı? Yoksa beni mi aramıştı? "Seni burada bulacağımı biliyordum."
"Nereden biliyordun?" dedim şüpheyle bakarak. Rahatlamak için Tripolis'te ki gizli yerime gittiğim de Brandon'ın beni rahatlıkla bulup yanıma gelmesini hatırladım. Gerçi o önceden de orayı biliyordu ama yanıma geldiğinde orada olduğumu hissettiğini söylemişti. İrkildim. "Yoksa burada olduğumu falan mı hissettin? İçine mi doğdu?" dedim imalı bir şekilde.
Mathius burnunu karıştırarak güldü. Başını iki yana salladı.
"Tüh, her şeyi meydana çıkardın. Ne yapacağım şimdi?" dediğinde sesindeki kinayeyi algılamama rağmen ona tereddütle baktım.
"Ne?"
"Şaka yapıyorum Daph. Hangi dünyada yaşıyoruz? Kapını birkaç kez çaldım. Açılmayınca odada olmadığını anladım. Binanın önündeki güvenlikçi bu tarafa doğru ilerlediğini söyleyince minik havuzun yanına geleceğini düşündüm çünkü sadece bu tarafları biliyoruz. Başka bir yere gitmeyeceğini tahmin ettim sadece."
Başımı salladım. Sürekli esprili konuşması bazen canımı sıkıyordu ancak en azından o eğlenebiliyordu. Hem hayatımı tam anlamıyla bilmiyordu ki, bilseydi bu tarz şeyler söylemeyeceğini biliyordum. En azından şu anda onu tanıdığım kadar böyle diyebiliyordum.
"Demek Daph?" diyerek güldüm.
"Senin hala bana ısınmadığını, tereddütle bana yanaştığını biliyorum. Yani yeni tanıştığın biri olarak bana pek güvenmediğinin farkındayım ama şu anda tek arkadaşım sensin ve ben yakın gördüğüm arkadaşlarımın isimlerini kısaltırım."
"Bu kadar belli ediyor muyum gerçekten?" dediğimde Mathius omuzlarını silkti.
"Önemi yok, böyle davranman normal. Kimse başına bir şey gelsin istemez."
"Kötü biri olmadığını biliyorum. Olsaydın anlardım." Gülerek bana döndü. Çok fazla güldüğünü fark ettim. Pozitif olmaya çalışıyormuş gibi bir hali vardı.
"Nasıl anlardın bakalım?"
"Hissiyatım kuvvetlidir." Dediğim de bu sefer bende gülümsedim. Kaşlarını kaldırarak bana baktı.
"Aç mısın? Ben sanırım biraz açım."
"Biraz açım sanırım." Diyerek onu onayladım. "İstersen şu büfeye tekrar gidebiliriz." Dediğim de başıyla beni onayladı.
Büfeye doğru ilerlerken hiç konuşmadık. İkimizde önümüze bakarak yürüyorduk. Beni gerçekten arkadaşı olarak gördüğünü hissedebiliyordum. Bakışlarımı ona çevirdim. Benden büyük olduğunu düşünüyordum. Onu nasıl Brandon'a benzetmiştim? Duruşunu mu? Yürüyüşü? Sesi? Yüzü?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
THE VISION-Mystic Truths (GÖRÜŞ-Mistik Doğrular)
FantasyHayatın karşımıza neler çıkarabileceğini asla tahmin edemeyiz. Yaşadığınız, yaşıyor olduğunuz ya da yaşayacağınız olayların sizin yaşınızla, ruh sağlığınızla ya da olgunluğunuzla hiçbir alakası yok. Yokmuş. En azından hayat bunun bir örneğini bana y...