Uzun zamandır kötülüğü bu denli içten yaşamamıştım. Bu hissi tatmayalı uzun zaman geçmişti. Neredeyse bu hissi unutuyordum. Şimdi yeniden hissetmek beni ürpertiyordu. Ancak bu kötülük başkaydı. Daha vahşiydi.
Karanlığın içinde tek başıma yürüyordum. Tuhaf bir şekilde korkmuyordum. Bu kötülüğün bana ulaşamayacağını biliyordum. Sanki burada saydam gibiydim.
Nerede olduğumu kestiremiyordum. Ağaçlar ve kayalar vardı. Deniz dalgalarının sesi kulağıma geliyordu. Gökyüzü karanlıktı ve hiç yıldız yoktu. Sadece ay gökyüzünde gri bulutların arasında parlıyordu.
Korkum yoktu ancak kaybolmuş hissi içimi yakıp kavuruyordu. Buraya nasıl geldiğim hakkında bir fikrim yoktu. Mathius ve Rathalos'ta yanımda yoktu. Kulübeden uzakta olduğumu düşünüyordum. Neden yanımda değillerdi? Ya da neden ben onlardan uzaktaydım. Yine neler oluyordu?
Apollon'a dualarımı fısıldamaya başladım. Beni neden yalnız başıma bırakıyordu? Yapmam gereken bir şey varmış gibi hissediyordum ancak ne yapacağımı, nereye gideceğimi bilmiyordum.
"Kaybolmuş hissediyorsun Soothsayer alainn..." duyduğum ses olduğum yere sabitlenmeme neden olmuştu. Ses hemen arkamdan geliyordu. Uzun zamandır bu sesi de duymamıştım. Bu gece neler oluyordu böyle?
Beklediğim manzara ile karşılaşmak için yavaşça arkamı döndüm. Tam olarak beklediğim manzara beni karşılamamıştı ancak yine de onu görmek beni sarsmıştı.
"Cheriour..." Yutkunup onu izlemeye devam ediyordum. Aynı Sigmam gibi görünüyordu. Ruhani bir hali vardı. Parlıyordu ve gülümseyişi hala aynıydı. Bakışları sert ve keskindi. Gözlerinin rengi değişmemişti. Olduğum yerden gözlerinin rengini hala seçebiliyordum.
"Demek beni unutmamışsın."
"Buraya nasıl geldin?"
"O talihsiz geceden sonra cezalandırıldım Soothsayer, Apollon'un beni affetmesi kolay olmadı." diyerek bana yanaştı. Sigmamdan farklı olarak benimle zihinsel yoldan değil de normal konuşuyordu. "Hala da affetmiş değil."
"Niçin buradasın?"
"Apollon'un emirlerine uymaya başladığımı söylesem sanırım bana inanmayacaksın, değil mi Soothsayer." Etrafımda dolanarak beni inceliyordu. "Ama uyuyorum. Buraya beni o gönderdi. Sana yardım etmem için."
"Ne yani, önceden katilim olmak isteyen lanetli bir adam şimdi bana yardım mı etmek istiyor?"
"Aa, artık lanetli değilim. Yardım etmeye meraklı biri olmadığımı biliyorsun ama konu sen olduğunda bu isteğe karşı gelemiyorum. Tuhaf bir şekilde sana zaafım var."
"Yardımını istemiyorum. Nereden geldiysen oraya geri dön."
"Apollon'un emrine karşı mı çıkıyorsun?"
Dört sene sonra Lanetli Adamı tekrar karşımda görmek beni şaşırtmıştı. Ona karşı nasıl davranmam gerektiğini bile kestiremiyordum. Zaafı olduğumdan bahsediyorken ona karşı nasıl davranabilirdim ki?
"Soothsayer alainn..." diyerek elini bana uzattı. "Imm... Sana seslenmeyi bile özlemişim." diyerek güldü. Kaşlarımı çatarak ona baktığımda gülümsemesi daha da çoğaldı.
"Ah, Mo mac yanında olmadığı için artık sana kaşlarını çatmaman gerektiğini söyleyen biri de yok."
"Ona çok yakınım. Yakında ona ulaşmış olacağım."
"O kadar iyimsersin ki... Umutlarını kırmayacağım Soothsayer. Zaman sana her şeyi gösterecektir."
Ne demek istiyordu? Ona ulaşamayacak mıydım? Buna inanmıyordum. Brandon'a çok yakındım ve ona ulaşacaktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
THE VISION-Mystic Truths (GÖRÜŞ-Mistik Doğrular)
FantasyHayatın karşımıza neler çıkarabileceğini asla tahmin edemeyiz. Yaşadığınız, yaşıyor olduğunuz ya da yaşayacağınız olayların sizin yaşınızla, ruh sağlığınızla ya da olgunluğunuzla hiçbir alakası yok. Yokmuş. En azından hayat bunun bir örneğini bana y...