B45

308 36 0
                                    

~Brandon'ın ağzından~

Kendimi iyi hissetmiyordum. İçimde bir sıkıntı vardı. Ne olduğunu anlayamamıştım. Umarım Edis ile ilgili değildir. Her ne kadar onunla ilgisi olmamasını istesem de ucunun ona dayandığını biliyordum. Onu kendime çok yakın hissediyordum.

Onu görmeyi deli gibi istiyordum. Özlemiştim. Dört sene boyunca onu uzaktan görmeye bir şekilde kendimi alıştırmıştım ancak yanıma geldiğinden beri bu alışkanlığım hızla yok olmuştu.

"Şöyle dalgın olmayı keser misin?" Mathius'un sesi ile ona delici bir bakış attım.

"Savaşa çok az kaldı. Çok işim var ve beni buralarda dolandırıyorsun." dedim sinirle. Sabahtan beri başımın etini yiyip durmuştu.

Zihninde yankılanan bir ses ona bir tepeye gitmesini söylemişti. Ağaçların sıklaşmaya başladığı bir tepeden bahsediyordu. Tüm gece bunu düşünmüş ve daha sonra da bu tepenin benim Bran'le karşılaştığımız yer olduğunu anlamıştı. En azından düşüncesi bu yöndeydi. Bu bölgeyi kısa bir süre içinde bu kadar iyi öğrenmiş olması dikkatimden kaçmamıştı.

Her nasılsa beni ikna etmiş ve peşine takmıştı. Burada ne bulacaktık hiçbir fikrim yoktu. Sadece yürüyorduk. Geçen sefer ki gibi ejderha bizi belli bir yere kadar getirmişti.

Ağaçları gördüğümüzde Mathius bir çocuk gibi sevinmişti. Bu yaşına ve görüntüsüne uygun bir hareket değildi. Her şeye rağmen pozitif enerjisi beni bitiriyordu. Olgun olduğu zamanları bu hallerine tercih ediyordum. Aklım tekrar Edis'e kaymıştı. O da bazen kötü bir olayda pozitif kalmaya çalışıyordu. Başımı iki yana salladım. Zihnimi diri tutmalıydım.

Yürümeye devam ederken aniden durdu ve bana döndü. Ne olduğunu soramadan beni susturdu ve kulağını işaret etti. Bir şeyler duyduğunu ima ediyordu. Baygın bakışlarımı üzerinde gezdirdim.

"İyi dinle." sanki birilerinin bizi duymasını istemiyormuş gibi fısıldamıştı. Etrafıma bakındım. Kimse yoktu. Hafif rüzgâr esiyordu ve Edis'i kendime yakın hissediyordum. Bu kadardı.

"Bak, şu anda hissettiğim tek kişi Edis. Onu o lanet delikten kurtarmak için planlar yapıyor olmamız gerekirken seni kır gezisine çıkarıyorum! Söylesene derdin ne senin Mathius?"

Bakışlarını benden geriye sabitlemişti. Dediklerimi dinler gibi bir hali yoktu. Umursamıyordu bile. Koyu mavi gözleri parıldıyordu. Solgun yüzü bir nebze aydınlanmıştı.

"Biliyordum," diye fısıldadı.

"Neyi biliyorsun?" dedim öfkeyle.

"Artık beni kurtarmana gerek kalmadı." duyduğum naif ses kalbimin hızlanmasına neden olmuştu. Hışımla arkama döndüğüm de kalbim ağzıma gelmişti. Sanırım gerçek mutluluk buydu. İstemsizce yüzümde oluşan gülümsemeye karşılık oda gülümsedi. 

İkimiz de aynı anda birbirimize doğru atıldık. Onu kollarımda hissetmenin güzelliğini yaşıyordum. Bu hissi o kadar çok seviyordum ki...

Soluk sesini duymak bile şu anda bütün dertlerimi bana unutturmuştu. Ona sıkıca sarıldım. Bırakmak da istemiyordum. O da kollarını boynuma sıkıca sarmıştı. Zamanı durdurmak istedim. Bu anı tekrar yaşamak beni diriltmişti. 

"Ben de zamanı durdurmak isterdim." Zihnimde yankılanan sesi sinirlerimin gevşemesine neden olmuştu.

Önce ayrılmak isteyen o oldu. Mathius'un ya da Bran'in varlığı beni rahatsız etmiyordu ama onun çekindiğini biliyordum. Kollarımı ondan geri çektiğim de gülümseyerek yüzüme baktı. Yüzü biraz solgun olsa da iyi görünüyordu. Bran, ona iyi bakmış olmalıydı. Bakışlarını benden Mathius'a çevirmişti. Birkaç adımda ona ulaştı ve sarıldı.

THE VISION-Mystic Truths (GÖRÜŞ-Mistik Doğrular)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin