~Mathius'un ağzından~
Brandon'ın yaptığım şeye şaşırdığının farkındaydım. Sadece ifadesini bozmak istemiyordu. Hala sert göründüğünde ondan korktuğumu falan düşünüyordu ya da güçsüz görünmek istemiyordu. Her neyse ne düşündüğü umurumda bile değildi. Daph, ondan çok bahsetmişti. Bu sert görüntüsünün altında iyi ve yumuşak kalpli bir adam olduğunu biliyordum.
Öteki yandan kabullenemese bile bana alışmıştı. Sevmese bile bana karşı düşünceleri değişmeye başlamıştı. En azından ben öyle düşünüyordum. Sanırım benimle tanıştığından beri bana sert ve otoriter davrandığı için bir anda bu ifadesini de bozmak istemiyordu. Buna alınacak değildim. Yeter ki ileriye gidip bana ve benimle alakalı şeylere laf edip, karışmasın.
Yaptığım iksirin bu kadar çabuk olması bir tek onu değil odadakileri de şaşırtmıştı.
Hala anlayamıyordum. Ne bekliyorlardı ki? Odanın içine kocaman bir fil sokup onu hava da uçuracağımı mı? Basit bir iksir yapıyordum. Sadece kelimeler önemliydi benim dünyamda.
Bran geldiğinde Brandon üstü kapalı da olsa planını anlatmıştı. Hepsini anlatmamıştı. Bunu bilerek yaptığını biliyordum. Brandon sadece gerçek askerlerini göstermişti. Bran ona her şeyi anlatmadığımızı sezmiş olmalıydı ama hiçbir şey söylemedi. Brandon planını güvence altına almak istiyordu. Bran'e güveniyordu ama yine de düşmanların yanında kalıyordu. En ufak bir şeyi duymaları planımızı mahvederdi.
Bran'den aldığımız habere göre Daph iyiydi. Onlara göre planları iyi ilerliyormuş. Hatta anlattığına göre Dullahan ile müttefik olup gizlice Morrigan'ı durdurmayı deneyeceklermiş. Tabi sonra da Dullahan problemini çözecekler. Bran bunun dışında bir şey anlatmamıştı. Sanırım her iki tarafta her şeyi savaşta görecekti. Ve savaşa az kalmıştı.
"Dört sene önce bu zamanlarda Cheriour bizi zindanında tutuyordu." Brandon'ın sesi ile düşüncelerimden ayrıldım.
"Konak dediğiniz yerde ki hapsolmuş ruhları bir anda nasıl emrin altına aldın?" Dedim. Sesim beklediğimden daha hayret edici çıkmıştı. Yarım ağız güldü.
"Yüzyıllardır orada Cheriour'ın emrinde ezilerek duruyorlardı. Onlara yardım eden eli geri çevirmediler."
"Çok iyi. Her şey bittikten sonra onları azat ettiğini biliyorum ama Bran sana hala Efendim, diyor."
"Atalarımdan biri olan Nathaniel zamanında yaşamış. Bir Druid ve uzaktan akrabam oluyor diye biliyorum. Sadece saygı duyuyor hala."
"Daph'e de leydim, diyor."
"Senin gibi Daph, demesinden iyidir." Bana yadırgar bir bakış attı. "İsminin tüm güzelliğini yok ediyorsun."
"Hey, her seferinde bunu demeyi kes. Ne yapabilirim kendini öyle tanıttı." Dedim sitemle. Ne kadar kıskanç bir herifti böyle. Daph, bununla nasıl başa çıkıyordu?
"Ritüel'de ne yapacağını biliyorsun değil mi?"
"Ah, evet. Kolaymış." Dedim. Ritüel için kitaplarımı karıştırmıştım. Brandon'da bana birkaç kitap getirmişti. Bunu yapması iyi olmuştu. Kitaplar gerçekten de işime yaramıştı.
"İyi. Askerlerim sana emanet. Başlarına bir şey gelirse tek sorumlusu sensin. Seni bu sefer gerçekten öldürürüm."
"Ben yokken onları nasıl uyandırmayı düşünüyordun?" Diye sordum tehdidini umursamadan. Yoksa bana söylenmeye devam edecekti.
"Büyücü arıyordum zaten."
"Beira?"
"O Morrigan'ı takip etmek için bir araçtı."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
THE VISION-Mystic Truths (GÖRÜŞ-Mistik Doğrular)
FantasyHayatın karşımıza neler çıkarabileceğini asla tahmin edemeyiz. Yaşadığınız, yaşıyor olduğunuz ya da yaşayacağınız olayların sizin yaşınızla, ruh sağlığınızla ya da olgunluğunuzla hiçbir alakası yok. Yokmuş. En azından hayat bunun bir örneğini bana y...