"Ne tarafa gideceğimizi bilmiyorum." diyerek hayıflandım. İki gündür Mathius'la plan oluşturmaya çalışıyorduk. Tabi her seferinde hüsranla bitiyordu. Fikirlerimiz genel de uyuşuyordu ama yine de anlaşamadığımız kısımlar oluyordu.
Gerçi ne aradığımızı da tam olarak bilmiyorduk. Peşine düşmemiz gereken çok şey vardı.
Morrigan ve Dullahan'ı bulmalıydık. Aslında Morrigan'ı bulmamız gerekiyordu. Rüyamda Dullahan'ı uyandırdığını görmüştüm ancak gerçekte bunu yapmış mıydı hiçbir fikrimiz yoktu. Ne zaman uyandırılacak onu da bilmiyordum. Eğer gördüğüm rüya çıkarsa bir gece vakti bu olay gerçekleşecekti.
Brandon ve Beira'yı da takip etmemiz gerekiyordu. Onların da ne peşinde olduğu belli değildi. Özellikle de Brandon'ın ne yapmaya çalıştığını merak ediyordum. O kızı bir şekilde Brandon'dan uzaklaştırmam gerekiyordu. İkisini yan yana düşünmek bile beni geriyordu.
"Ben de bilmiyorum ama yaklaşmışızdır diye düşünüyorum. Şu taraftan geçmiş miydik?"
Dün gece Mathius ile aynı rüyayı görmüştük. Sabah kalktığımız da ikimiz de sessizce birbirimizi izlemiştik. Tuhaf bir şekilde Mathius'un da gözleri kızarıktı. Hastalıklı bir görüntümüz vardı. Birbirimize söylediğimiz ilk şey berbat görünüyorsun, cümlesiydi. Apollon ve Kirke ne planlıyordu bilmiyordum. Aynı rüyayı bize aynı gece göstermelerinin bir nedeni olmalıydı.
Rüyamda Mathius'u uzaktan izliyordum. Elinde Akuamarin taşı vardı. Hemen önün de Kirke güzelliği ile parlıyordu. Karşılıklı bir şey konuşuyorlardı. Kirke ona gülümseyerek bakıyordu. Onları duymak için uçarak onlara doğru süzüldüm. Mathius hayranlıkla Kirke'yi izliyor, dinliyordu. Kirke Mathius'a taşı kullanmasını söylüyordu. Mathius anlamayarak taşa bakıyor ve nasıl kullanacağını soruyordu. Kirke'de benim ona yardım edeceğimden bahsediyordu. Taşın bizi bir yere götüreceğinden ama öncelikle taşa inanmamızı ve onu hissetmemizi istiyordu. Taşın bir şekilde bizimle bağ kurup bizi birilerine götüreceğinden bahsediyordu. Mathius anlıyormuşçasına başını sallıyor ve dediklerini uygulayacağını söylüyordu.
Daha sonra Kirke bir anda yok oluyordu. Mathius şaşkınlıkla etrafına bakınıyordu. Taşı sıkıca tutuyordu. Nereye gideceğini bilmiyor gibiydi.
Hemen ardından bir kişneme sesi duymuştum. Korkarak Mathius'a yanaştım. Ona seslendim ama beni ne görüyor ne de duyuyordu. Yine de sanki beni duyacakmış gibi ona buradan kaçması gerektiğini söylüyordum. Mathius ise kaşlarını çatarak etrafına bakıyordu.
Yanımıza yaklaşan kişinin kim olduğunu anlamak zor olmamıştı. Dullahan hemen yanımızda durmuş Mathius'a bakıyordu. Korkuyla onu süzdüm. Mathius'a zarar vereceğini düşünüyordum. Varlığı bile psikolojik bir baskı yapıyordu.
Dullahan bir şeyler dediğinde onu anlamamıştım ama Mathius'un anladığını biliyordum. Kendi dilinde bir şeyler diyordu.
Sözü bittikten sonra elindeki mızrağı Mathius'un hemen göğsüne saplamıştı. Öyle bir anda olmuştu ki bu olay çığlık bile atamamış sadece Mathius'un göğsüne bakakalmıştım. Kan göğsünden akmaya başladığında dehşete kapılmıştım. Mathius ise tüm heybetini koruyarak hala dimdik ayakta duruyordu. Ne sesi çıkıyordu ne de yere yığılıyordu. Taşı tuttuğu elini havaya kaldırarak Dullahan'a gösterdi daha sonra da Dullahan'ın açtığı yaraya taşı bastırdı. Taş Mathius'un kanı ile kaplandığında gerçek hayata dönmüştüm.
Değişik ve anlam çıkaramadığım bir rüyaydı. Mathius ile kendimize geldiğimiz de ilk işimiz birbirimizi kontrol etmek olmuştu. O da rüyasında aynı şeyleri görmüştü.
Uzaktan beni izliyordu. Taş elimdeydi ve Apollon ile konuşuyordum. Apollon'da Kirke'nin Mathius'a dediklerini bana diyordu. Daha sonra Apollon yok oluyordu ve Dullahan geliyordu. Aynı Mathius'a yaptığı gibi mızrağını benim göğsüme saplıyordu. Ben de Mathius gibi taşı göğsümdeki yaraya bastırarak kanla kaplanmasını sağlıyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
THE VISION-Mystic Truths (GÖRÜŞ-Mistik Doğrular)
FantasyHayatın karşımıza neler çıkarabileceğini asla tahmin edemeyiz. Yaşadığınız, yaşıyor olduğunuz ya da yaşayacağınız olayların sizin yaşınızla, ruh sağlığınızla ya da olgunluğunuzla hiçbir alakası yok. Yokmuş. En azından hayat bunun bir örneğini bana y...