Uzun karanlık bir yolculuktan yorgun çıkmıştım. Gözlerimi açtığımdan beri tavanı izliyordum. Vizyonum gerçekleşiyordu. Cheriour'ın vizyonumun gerçekleşeceğinden haberi vardı. Belki de Apollon bunu istiyordu.
Kendimi zorlayarak kalktım. Öteki yandan etrafımı inceliyordum. Oda da tek başımaydım. Eski eşyalar gözümü korkutmuştu. Buradaki eşyalar bana konağı hatırlatıyordu. Kapının kilitli olduğunu düşünüyordum. Bu yüzden direkt pencereye yöneldim. Gökyüzü gri bulutlarla kaplıydı. Zaman giderek daralmıştı. Planımı uygulamaya başlamam gerekiyordu.
Şu anda Giovann ve diğerlerinin yanımda olmasını istiyordum ancak yanıma gelmeyeceklerini biliyordum. En azından şimdilik...
Gidip tekli koltuğa oturdum. Buraya nasıl geldiğimi düşündüm. En son Beira ile karşılaşmıştım. Ondan yüzüğü almıştım. Mağaradan çıktığımı anımsıyordum. Ondan sonrası yoktu. Şu anda Morrigan'a çok yakındım. Beira hala onun için mi çalışıyordu? Beni yakalatmak için Beira'yı yollamış olabilirdi. Morrigan bana ulaşabilmek için mi onu kullanıyordu?
Kullanıyordu... Beira'da ona efendilik bağı ile bağlanmış olabilirdi. Perdeyi kapadığımız zaman Ophira'nın benim bedenimi kullandığı gibi Morrigan'da Beira'yı kullanıyor olabilirdi. Aklımda bir sürü fikir oluşuyordu. Beira'a hakkındaki düşüncelerimi bir şekilde Mathius ve Brandon'a anlatmam gerekiyordu. İkisi onunla oldukça fazla zaman geçirmişti. Onlarla bir sonuca ulaşabilirdik.
Kapım tıklatılınca irkildim. Hışımla ayağa kalkıp odanın diğer köşesine koştum. Kapı yavaşça açıldı. Kapının ardından iri bir adam içeriye elinde bir tepsi ile girdi. Kaşlarımı çatarak onu izlemeye devam ettim. Uzundu ve esmerdi. Koyu kahverengi gözlerini gözlerime sabitlemişti.
Yavaş adımlarla bana doğru geldi ve elindeki tepsiyi ortadaki sehpanın üzerine bıraktı.
"Uyanmışsınız. Kendinizi nasıl hissediyorsunuz?" Cevap vermeyip tepsiye baktım. Çorba, bir parça ekmek ve su vardı. "Konuşmayacak mısınız?"
"Neden benimle bu kadar kibar konuşuyorsun?"
"Aç olmalısınız, getirdiklerimi yemeniz gerekli."
"Yemek istemiyorum." Diyerek bir adım geri gittim. Getirdiklerinin içerisinde bilmediğim şeyler olabilirdi. "Kimsin?"
"Muhafızınızım leydim."
Çatık kaşlarım havaya kalktı. Şaşkınlığım yüzümden okunuyordu. Muhafızım olduğunu söyleyen adam gidip kapıyı kapattı ve yanıma geldi. Nazikçe kolumdan çekerek beni tekli koltuğa oturttu. Sehpanın üzerindeki tepsiyi bana doğru itti.
"Seni tanıyor olmalıyım." Mırıltım yüzünde ufak bir tebessüm oluşturdu. Başını bir kez salladı.
"Evet, tanıyorsunuz."
"Benimle böyle konuşmak zorunda değilsin."
Cevap vermeyip gülümsemeye devam etti. Morrigan için çalışan birinin bu kadar güler yüzlü olması bana çok ilginç gelmişti. Gözümü ondan ayırmadan çorba kasesini elime alıp kokladım. Kaşığımla bir kez karıştırdım. Renginde ve kokusunda herhangi bir tuhaflık yoktu.
"Rahatlıkla çorbayı içebilirsiniz."
Tereddüt etmeye devam ettiğimi görünce kaseyi ve kaşığı nazikçe elimden aldı. Çorbadan bir kaşık içtikten sonra gülümsedi. Kaseyi bana uzatıp tepsinin kenarındaki peçete ile kaşığın ucunu sildi. Kaşlarımı kaldırıp yaptığı şeyi izledim. Sağ gözüm seğirirken tepsiyi önüme ittirip içmem için kaseyi işaret etti.
Sıcak çorba boğazlarımı rahatlatarak mideme doğru gidiyordu. Tadı güzeldi ve hafifti. Uzun zamandır doğru düzgün bir şey yememiştim. O yüzden şu an içindeki ne diye düşünmeyecektim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
THE VISION-Mystic Truths (GÖRÜŞ-Mistik Doğrular)
FantasyHayatın karşımıza neler çıkarabileceğini asla tahmin edemeyiz. Yaşadığınız, yaşıyor olduğunuz ya da yaşayacağınız olayların sizin yaşınızla, ruh sağlığınızla ya da olgunluğunuzla hiçbir alakası yok. Yokmuş. En azından hayat bunun bir örneğini bana y...