Ceketimin önünü kapatıp çantamı sırtıma almıştım. Mathius'un önceden hazırladığı iksirden içmek zorundaydım. Şişenin kapağını açıp iğrenç sıvının boğazımdan aşağıya kaymasına izin verdim. İksirin iğrenç tadı yine midemi bulandırmıştı. Beni hem güçlendirecek hem de varlığımı gizleyecekti. Bunun için bu tada katlanmam gerekiyordu.
Brandon benden önce hazırlanmıştı. Hala onunla gelmemi istemiyordu. Gerçi Mathius'ta onunla aynı fikirdeydi ancak bu sefer karşı çıkamıyorlardı. Gördüğüm vizyonun ne olduğunu bilmiyorlardı ancak gerçekleşme ihtimalinin çok yüksek olduğunu biliyorlardı. Beni ne kadar geri tutmaya çalışsalar da bir şekilde yine kaçacaktım. Brandon bunu iyi biliyordu.
Mathius'un yanına gidip omzuna yavaşça vurdum. Düşünmeden bana sarıldı. Brandon'ın yanımızda olduğunu düşünmemeye çalıştım. Ben de sıkıca Mathius'a sarıldım. Bu zamana kadar yanımda kalan oydu. Arkadaşlığı yeniden onunla yaşamıştım.
Benden ayrılıp yarı gülümseyerek yüzüme baktı.
"Yeniden buluşacağız Mathius. Sonsuza kadar ayrılmıyoruz."
"Ne yaparsam yapayım senden kurtulamayacağımı biliyorum Daph. O yüzden üzülmüyorum." diyerek güldü. Yüzümü buruşturup ona baktım. Sonra da dayanamayıp güldüm. "Sakın Beira'yı öldüreyim deme onunla hala yarım kalmış bir işim var."
"O zevki sana bırakacağıma emin olabilirsin."
Raflara yanaşıp ilk raftan ufak bir şişe alıp yanıma geldi. Ufak şişeyi bana uzattı. Şişeyi alıp inceledim. Sonrada ceketimin ön cebine koydum. Bana yararlı bir şey olduğunu düşünüyordum.
"Eğer olurda yaralanırsan bundan bir bir yudum iç. Yaranı iyileştirecektir. Unutma bir yudum. Fazlası zararlı."
Başımı salladım. Zaten ufak bir şişeydi. İçindeki sıvının hemen bitmesini istemezdim.
"Teşekkür ederim Mathius." diyerek kapıda bekleyen Brandon'ın yanına gittim. Brandon Mathius'a hiçbir şey dememişti. Onunla vedalaşacağını sanmıyordum. Sadece başını hafifçe öne eğerek selam verdiğini görmüştüm.
Kapıyı ardımızdan kapadığında Brandon'a baktım. Bu sefer Rathalos bizi götürmeyecekti. Brandon ile belli bir yere kadar gidecektim. Sonrasında yalnızdım.
Rathalos'un yanına gidene kadar hiç konuşmadık. Brandon'ın hala biraz gergin olduğunu anlayabiliyordum.
Kayaların ardına geldiğimiz de Rathalos yerinde yoktu. Kim bilir nereye gitmişti. Bazen uçup nereye gittiğini merak ediyordum.
Hızlı adımlarla ağaçların içine doğru yol almaya başladık.
"Sana sarılmasına neden izin veriyorsun?" Brandon önde ben arkada ilerliyorduk.
"O benim arkadaşım."
"Ben yanınızda değilken de böyle miydi?"
"Artık büyüdüğünü düşünüyordum Brandon." sesimin keyifsiz çıkması onu durdurmuştu. Durup yüzüme baktı.
"Sana yakın davranmasına dayanamıyorum." Onun da sesi keyifsizdi. "Onun yanında gerçekten mutlusun..." ellerini cebine koyarak yürümeye devam etti. Onu takip ettim. "Ben geldiğimden beri bana karşı soğuksun."
"Sana bu şekilde kavuşmak istemiyordum."
"Her ne şekilde olursa olsun işte karşındayım Edis. Daha ne istiyorsun?"
"Brandon sana karşı olan hislerimden şüphe mi ediyorsun?" Adımlarımı sıklaştırıp ona yetiştim. Şimdi yan yana yürüyorduk. Bakışlarını bana çevirdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
THE VISION-Mystic Truths (GÖRÜŞ-Mistik Doğrular)
FantasyHayatın karşımıza neler çıkarabileceğini asla tahmin edemeyiz. Yaşadığınız, yaşıyor olduğunuz ya da yaşayacağınız olayların sizin yaşınızla, ruh sağlığınızla ya da olgunluğunuzla hiçbir alakası yok. Yokmuş. En azından hayat bunun bir örneğini bana y...