B39

301 41 2
                                    

Tam yedi gün var.

Bran bunu söylediğin de önce inanamamıştım. Eylülün başlarında İskoçya'ya adım atmıştım. Şimdiyse savaşa bir hafta vardı.

Evet, savaş zamanı belliydi. Benim için bir deja vu olacaktı. Belki de daha büyük bir patlama.

Perde yine incelecekti ancak yırtılmayacaktı. Yırtılmayacağından emindim. O perdeyi sonsuza kadar kapamıştım. Bu biraz da olsa içime su serpiyordu.

Araf'taki ruhlar üç günlüğüne yeryüzüne ineceklerdi. Başıboş ruhlar ortalıkta dolanacaklardı. Bu sefer bir olaya tanıklık edeceklerdi.

Şu dört sene içerisinde Samhain yani Cadılar Bayramı bizim evimizde daha farklı geçmişti. Her Cadılar Bayramı'nda büyükannem biz de olmuştu. Yaşadığım şeyi hatırlayıp Apollon ve diğerlerine minnetlerimizi sunuyorduk. Bir çeşit -kendimizce- ritüel yapıyorduk. Ah, tabi Alekos'ta hep benimle oluyordu. Aslında bu ritüeli ikimiz adına yapıyorduk.

Apollon geçmişi, yaşadıklarımızı unutmamızı istemiyordu. 31 Ekim. Hem ölüm hem de yeni doğum günüm sayılırdı. İşte, bu yüzden her sene kendimizce olanları hatırlayıp, anıyorduk.

Bu sefer ki Samhain farklı geçecekti. Savaş, Samhain'imi berbat edecekti. Ailecek toplanamayacaktık. Anma törenimizi yapamayacaktık. Babamlar bana ulaşmaya çalışacaktı ancak ulaşamayacaklardı. Evdeki telaş havasını tahmin edebiliyordum. Büyük ihtimalle Ethan amcam onları daha fazla idare edemeyecekti.

Başım tehlikedeydi. Üstelik bu sefer başımdaki belanın ne olduğunu, ilerde ne olacağını biliyordum. Düşmanlarımı tanıyordum. Bir planımda vardı.

İşe yarayacağından emin miydim? Tartışılırdı. Dün gece bir vizyon daha görmüştüm. Bran'e anlatmam gerekiyordu.

Odamın içinde dolanırken olanları düşündüm. Dullahan'ı yalnız yakalamam gerekiyordu. Ritüelden önce onu görmem şarttı. Şu anda onunla müttefiktim. Gerçi Dullahan'a karşı şüphelerim vardı. Sanki beni ters köşe edebilirmiş gibi geliyordu. Tabi bunu dün gece gördüğüm vizyondan sonra düşünmeye başlamıştım.

Bran odanın içine girince beni ayakta bulmuştu. Başı ile selam verip koltuklardan birine oturdu. Rahat görünüyordu. Açıkçası bu sefer onun rahat olması beni de rahatlatmıştı. Sanki yaptığımız iş çöpü dışarı çıkarmak gibiydi.

"Leydim..." tedirginliğimi fark etmişti. "Sakin değilsin."

"Vizyon gördüm Bran."

"Anlayabiliyorum ancak artık yetişkin bir kâhin olduğuna göre bu seni etkilememeli."

"Yine ters giden bir şeyler var Bran." Eli ile koltuğu göstererek beni yanına çağırdı. Tereddüt etmeden gidip yanına oturdum. "Çok değişikti. Her vizyonumda Cheriour'u görürdüm. Bir yerlerden bir şekilde karşıma çıkardı. Bu sefer yanıma gelmedi. Kimse yoktu. Sadece ben vardım. Askerlerin uyuduğu yerdeydim. Askerler tuhaf bir şekilde beyazdı ve parlıyorlardı. Buradaki gibi sırt üstü yatmıyorlardı. Hava da asılı duruyorlardı. Hareketsizdiler. Hiç kıpırdamıyorlardı ama gözleri açıktı. Bana dönük duruyorlardı."

"Her ne kadar şu an Morrigan'ın yanında olsalarda o ruhların bazıları önceden iyi kişilerdi leydim. Belki de bu yüzden onları beyaz görmüş olabilirsin."

"Onları tanıyor musun Bran?"

"Aralarında dolanırken anımsadığım ya da tanıyor olabileceğimi düşündüklerim vardı. Demek ki haklıymışım. Haydi, anlatmaya devam et." Başımı sallayarak devam ettim.

"Sonra onu gördüm. Dullahan'ı. Tüm kötülük üzerinden çekilmişti. Genç bir adam gibi görünüyordu. Başı kesik değildi. Eski bir şövalyeyi andırıyordu. Yanıma gelip elimi tuttu. Önce korktum. Anlam veremeyip geri çekilmeye çalıştım ama elimi öyle sıkı tutuyordu ki ondan uzaklaşamıyordum. 'Korkma, kötü bir şey yapmayacağım.' dedi. Ancak yine de tedirgindim. Kötülükten eser yoktu. Yüzü aydınlıktı ve bana gülümseyerek bakıyordu. 'Hisset,' dedikten sonra diğer elimi de tuttu. O anda ruhlar da parlamaya başladı. Oda çok parlak bir ışıkla doldu. Ne yapacağımı bilmiyordum. Oradan kaçamazdım. Zaten ışık gözlerimi de kamaştırmıştı."

THE VISION-Mystic Truths (GÖRÜŞ-Mistik Doğrular)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin