31 Ekim.
Ölüm yıl dönümüm ve aynı zaman da yeniden doğuşum. Sanırım tekrar ölüm günüm olacak.
Bugün Samhain'i kutlamam, eskiden olanları hatırlayıp dua etmek ve basit bir ritüel yapmam gerekiyordu. Bunu yapmaya da çalıştım. Henüz savaşmıyorduk. Şu anda ortalık durgundu.
Elimdeki tütsünün güzel kokusu beni gülümsetti. İçimden dualarımı Apollon'a yolladım. Geçmişte olanları unutmamıştım ve gelecekte olacak şeyler için ufak bir yardım istemiştim.
Kendim için değil. İyiliğin tarafında olanlar için.
Ritüelimi tamamladığım da kendimi daha iyi hissetmiştim. Rahatlamıştım. Dinginleşmiştim.
Dullahan ile anlaşmıştık. En azından o anlaştığımızı sanıyordu. Bu iksirin işe yarayacağından emin değildim. Bizim dünyamızda her an her şey olabiliyordu ancak yine de kesin bir şey yoktu.
Dullahan, iksiri kullanabilmem için Morrigan'a bedenimi sunmam gerektiğini söylemişti ancak ben bunu son koz olarak kullanacaktım. Onun ruhunu kendi bedenime hemen alamazdım. Beni kontrol edememeliydi. Önce onunla savaşmalıydım.
Dullahan çok şey biliyordu. Büyük ihtimalle ona oyun oynadığımızın da farkındaydı ancak anlamazlıktan geliyordu. Kendinin kazanacağından o kadar emindi ki bu yüzden bizi umursamıyordu bile.
Derin bir nefes alıp gözlerimi kapadım. Yapacağım şey çok kolaydı. Bu sefer gerçekten ben kazanacaktım. Dullahan kendinden ne kadar eminse ben de o kadar emindim. Canım pahasına olsa bile kazanacaktım. Brandon'ı lanetinden kurtaracak, Mathius'a da görevini tamamlayabilmesi için yardım edecektim.
Bran bana kalın ama üzerimde fazla ağırlık yapmayacak kıyafetler bulup getirmişti. Büyük ihtimalle bunları Dullahan ona vermişti çünkü kendisi de donanımlıydı.
Eşyalarımın hepsi yanımdaydı. Onlara ihtiyacım vardı. Hepsini kullanacaktım. Öğrendiğimiz kadarıyla Morrigan insanlardan da oluşan bir ordu hazırlamıştı.
Savaş üç tarafa bölünmüştü. Brandon, Morrigan ve Dullahan arasında.
Ne, nasıl olacak hiçbir fikrim yoktu. Sadece kendimi ana bırakacaktım.
"Bran, ben insan öldüremem." Bran komik bir şey söylemişim gibi güldü.
"Yanlış anlama. Bu tarz olayların senin gibiler başına gelmesi hayatın tuhaf cazibelerinden." gelip yanıma oturdu.
"Bir şeyi yapmaya mecbursan yap. Öldürmen gerekiyorsa öldür." dediğinde kaşlarımı çattım. "Pekâlâ, pek iç açıcı ve iyi bir cümle olmadı." diyerek gülümsedi. "Her şeye rağmen olayları akışına bırakmalıyız. Zaten o zaman ne yapacağına karar vermiş olacaksın."
Yanımdan kalkıp ruhların durduğu yere gitti.
Savaş alanına bizi nemfler götürecekti. Kadehi ise ben alacaktım. Onu yanıma almaya karar vermiştim. Ben bozana kadar içinden bir damla kan dökülemezdi. Bran'in bana verdiği ceketin sol içerinde oldukça geniş bir cebi vardı. Kadehi oraya sığdıracaktım böylece kalbimi de korumuş olurdu. Bu fikir Bran'i biraz tedirgin etmişti ama karışmamıştı da. Her ne kadar güvenli bir yerde de olsak kadehi tek başına bırakamazdım.
Mathius'un verdiği iksiri cebime koydum. Yaralanırsam onu içecektim.
"Leydim..." Başımı Bran'e çevirdiğim de başı ile bir yeri işaret etti. Gösterdiği yere döndüğüm de Larunda'yı gördüm. Sonunda gelebilmişlerdi. Larunda gülümseyerek bana yaklaştı. Başını eğerek selam verdi. Arkasındaki bir sürü güzel nemf ışıltı ile bana bakıyorlardı. Hepsine güvenim tamdı ve savaşta benim yanımda olacaklarından da hiç şüphem yoktu. Ne Morrigan'a ne de Dullahan'a hizmet edeceklerdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
THE VISION-Mystic Truths (GÖRÜŞ-Mistik Doğrular)
FantasyHayatın karşımıza neler çıkarabileceğini asla tahmin edemeyiz. Yaşadığınız, yaşıyor olduğunuz ya da yaşayacağınız olayların sizin yaşınızla, ruh sağlığınızla ya da olgunluğunuzla hiçbir alakası yok. Yokmuş. En azından hayat bunun bir örneğini bana y...