Brandon'ı geri dönmeye ikna edebilmiştim. Mathius'un neyin peşinde olduğunu merak ediyordum. Onların gittiği yöne gitmemiz gerektiğini düşünüyordum. Brandon sonunda dayanamamış benimle geri dönmeyi kabul etmişti.
Bansheelerin beni hapsettikleri mağaranın önüne geldiğimizde duraksadım. Burada bir şeyler olmuştu. Ağaçlıkların arasına doğru koştuğumda ilk gördüğüm Bran'in sırtı olmuştu. Ayakta duruyordu. Yavaş adımlarla Bran'in yanına giderken içimi korku saplamıştı. Bran'in ardından baktığı yere bakışlarımı çevirdim.
Mathius'u görmüştüm. Yerde boylu boyunca uzanıyordu. Yüzü bize dönüktü. Kucağında sıkıca sarılı duran biri vardı. Mathius, kollarını sıkıca sarmıştı. Yüzünü onun saçlarının arasına gömmüştü. Hareketsizce yerde uzanıyorlardı.
Gördüğüm görüntü başımın dönmesine sebep olmuştu. Geriye doğru sendelediğimde tanıdığım kuvvetli kollar beni sıkıca tuttu. Brandon'ın ellerine sıkıca yapıştım. Düşündüğüm olmamalıydı. Mathius, neden hareketsiz yatıyordu?
"Brandon..." fısıldadım. Bran omzunun üzerinden dönüp bize baktı. O da ne olduğunu bilmiyor olmalıydı.
Brandon'dan ayrılıp Mathius'a doğru yürüdüm. Apollon, onu böyle görmek canımı acıtmıştı. Her seferinde bunu görmek canımı acıtıyordu. Yanlarına eğildim.
İşte o anda Mathius'un sessiz iç çekişlerini duymuş, göğsünün hafifçe aşağı yukarı hareket ediyordu.
Kısa bir anlığına gözlerimi kapatıp açtım. Apollon adına, yaşıyordu... Nefes alıyordu ama acı çekiyordu.
"Mathius..." sesimi duymasına rağmen tepki vermemişti. Tekrar seslendim. "Mathius..." yine tepki vermediğinde yere oturdum ve parmaklarımı Mathius'un saçlarında gezdirdim. Buna ihtiyacı vardı. Burada yaşadıklarını unutamayacağını biliyordum içinde ve aklında hep kalacaktı.
Yavaşça başını kaldırdığında kızarmış gözlerini gördüm. Tüm duyguları aynı anda yaşıyordu. Pişmanlık, nefret, sevgi...
"Onu bırakmalısın Mathius." Başını bir kez salladı. Her ne kadar nefret etse bile aynı zaman da sevdiği birini kaybetmişti. Onu bırakmak istemiyordu. Kendimi anımsadım. Sevgilimin ölü bedenini bana gördüğüm anı hatırladım.
Ürperdim. Apollon, ne olur beni güçsüz düşürme.
Onu sevdiğinden bana hiç bahsetmemişti. Bana her zaman ona karşı olan nefretini anlatmıştı. Bu duyguyu tanıyordum. Bir gün sevdiğim adamdan deli gibi nefret etsem de yine de sevmeye devam edecektim. O da öyleydi. O da farklı olabileceğini düşünüyordu. Onu geri istiyordu.
"Mathius, bana bak. Onu huzura kavuşturmak istemez misin?" Kırmızı gözlerini yüzüme dikti. Yutkunurken uzun kirpiklerinin ucundaki bir damla yaş düştü. Onu böyle görmek beni afallatmıştı. Tanıştığım Mathius'un içinde sakladığı başka biriydi bu. Gerçek Mathius'tu.
Beira, artık yoktu. Nasıl ölmüştü bilmiyordum ama bunun da bir önemi yoktu artık. Önemli olan Mathius'tu.
"Onu arındırmalıyız."
Mathius kollarını gevşetti. Beira'yı sırt üstü yere yatırdı. Hareketleri özenliydi. Dikkatlice onu yere yatırdıktan sonra kendisi hemen ayağa kalkmadı. Beira'nın yüzünü inceledi. Sanki onu ilk defa görüyormuş gibiydi. Beira'nın kendisine yaşattıklarını belki hiç unutmayacaktı ama Beira'yı da unutmayacaktı.
Birden ayağa kalkmaya çalıştığında tökezledi. Tekrar yere düşerken Brandon benden önce davranıp ona yardım etti. Brandon, onu yerden kaldırdığında Mathius, Brandon'a sıkıca tutunmaya devam etti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
THE VISION-Mystic Truths (GÖRÜŞ-Mistik Doğrular)
FantasiHayatın karşımıza neler çıkarabileceğini asla tahmin edemeyiz. Yaşadığınız, yaşıyor olduğunuz ya da yaşayacağınız olayların sizin yaşınızla, ruh sağlığınızla ya da olgunluğunuzla hiçbir alakası yok. Yokmuş. En azından hayat bunun bir örneğini bana y...