Bilmediğim, göremediğim şeyler vardı. Her şeyi bilemeyeceğimin de farkındaydım ancak Brandon'ın bu tavırları canımı çok yakıyordu.
Sesi hala zihnimde yankılanıyordu. Zihnime fısıldaması, bana karşı olan hareketleri o kadar tezat içerisindeydi ki aklım her seferinde daha çok karışıyordu.
Hala iyiyse neden bana ulaşmaya çalışmıyordu?
Neden beni yönlendirmiyordu?
Zihnime ondan uzaklaşmam için fısıldarken neden gerçekleri de fısıldamıyordu?
Hayır, hayır, hayır... Ona karşı olan duygularımı dizginlemeliydim. Her şeyin bir açıklaması olmalıydı. Onu duygularımın merkezinde tutmak Mathius'a yardım etmemi engelleyebilirdi. Bu sefer sadece kendimi düşünmemeliydim. Apollon ve Cheriour'un dediklerini unutmamalıydım. Açıklamalıydı... Bana gelmeliydi. Sadece zihnime ulaşsa bile yeterliydi benim için.
Ne kadardır koşuyordum bilmiyordum ama ormandan çok uzaklaştığımı hissedebiliyordum. Vücudum ve ruhum artık isyan ediyordu. Enerjim yavaş yavaş tükenmişti. Olduğum yere çömeldim.
"Neden?" Fısıltımı kendim bile zor duymuştum. Yine bir falezin kenarına gelmiş olmalıydım. Kendimi zorlayarak ayağa kalktım. "Neden böyle davranıyorsun?"
Kendi kendime konuşarak ileriye doğru yürüyüp karşımda ki hırçın manzarayı izledim. Deniz çok uzağımdaydı ancak dalgalarının hızla kıyıya vurduğunu görebiliyordum. İçimdeki karmaşayı yansıtan en güzel manzaraydı. Karamsar havaya karşı denizin dalgalarını sertçe kıyıya çarpması. Bu hırçınlığı hoşuma gitmişti. Taa ki ince bir sızı hissedene kadar.
Uzun zaman sonra anımsadığım bu his beni ürküttü. Parmaklarım istemsizce köprücük kemiklerimin üzerinde gezdi. Parmaklarımla kazağımın üzerinden damga izimi ovdum.
Kendimi yine kötü hissediyordum. İçimde huzursuzca kıpırdanan bir şeyler vardı. Yutkunarak şakaklarımı ovdum.
İçime aniden işleyen bu kötü hissin Brandon ile alakası yoktu. Brandon'ın bana hissettirdiğinden daha yoğun bir histi. İkisini aynı anda hissetmek ise beni daha çok yoruyordu.
İzlendiğimi anlamam uzun sürmedi. Birisinin çok yakınımda olduğunu fark etmiştim. Kim bilmiyordum ancak iyi biri değildi.
Dikkatle etrafımı inceledim. Gözlerim hala buğulu olduğu için gözlerimi sildim ve yavaşça doğruldum.
Ne tarafa doğru gitmem gerektiğini bilmiyordum çünkü beni izleyen kişinin ne tarafta olduğunu kestiremiyordum.
Hislerime güvenmeye çalışarak düz devam etmeyi düşündüm. Her yer birbirine benziyordu. Neredeyse hiç ağaç yoktu. Sadece biraz otlak bir yerdeydim.
Adımlarımı hızlandırırken beni izleyen şeyin kötülüğün kendisi olduğunu düşünmeye başladım. Böyle sessizce ancak onlar kendini hissettirebilirdi. Ayrıca onların nasıl olduğunu da unutmamıştım.
Koşmaya başladığımda Apollon'un beni hızlandırması için içimden dualarımı fısıldamaya başlamıştım bile. Brandon'a karşı olan öfkemi yaşayamadan yine başıma bir bela almıştım.
Yorgun olmama rağmen hızlandığımı hissediyordum ama kötülüğün de hemen ardımda olduğunu fark edebiliyordum. Beni yakalamasını istemiyordum. Onunla karşı karşıya gelebilirdim ama yenebileceğimi düşünmüyordum. Bugün yeteri kadar enerji harcamıştım. Üstüne moralim de bozuktu. Kendimi iyi hissetmiyorken karşıma kötülüğün çıkması büyük talihsizlikti.
Hızlı koştuğum için oluşan rüzgar yüzümü yalıyordu.
Düz yolda ilerlerken ayağımın tökezlemesi sonunca hızlıca yere düşüp yuvarlanmaya başladım. Başım dönerken bilincim kısa bir anlığına kapanıp açılmıştı. Durduğum da yüzüstü yerde uzanıyordum. Gözlerim kararmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
THE VISION-Mystic Truths (GÖRÜŞ-Mistik Doğrular)
FantasyHayatın karşımıza neler çıkarabileceğini asla tahmin edemeyiz. Yaşadığınız, yaşıyor olduğunuz ya da yaşayacağınız olayların sizin yaşınızla, ruh sağlığınızla ya da olgunluğunuzla hiçbir alakası yok. Yokmuş. En azından hayat bunun bir örneğini bana y...