"Mathius bunu içmek istemiyorum. Tadı iğrenç!"
Bir çocuk gibi mızmızlanıp Mathius'un canını sıktığımın farkındaydım. Benim için iyi gelecek birkaç iksir hazırlamıştı. Sızılarımı hafifletip rahatlamam için yine bitkileri kullanmıştı.
Mathius gözlerini devirip yüzünü astı. Sabahtan beri benimle uğraşıyordu. Huysuzlanmak istemiyordum. Yaptığı iksirlerin tadı gerçekten farklıydı. İçtiğim gibi geri çıkartmak istiyordum. Bana iyi geliyorlardı ama midemi de alt üst ediyorlardı.
Yaptığı birkaç tane iksir vardı. Sabah ve akşam hepsini peş peşe içiriyordu. Tatları iğrenç olan bu şeyleri içmek hiç hoşuma gitmiyordu.
Gerçi yaralarıma iyi gelmişti. Eskisi kadar canım yanmıyordu. Arada ufak ağrılar oluşup geçiyordu.
"Bir de kesiklerin için bir merhem yaptım. Bu sefer kıvamını da tutturdum." Diye mırıldandı şişelerin ağzını kaparken. Büyüsü olmasaydı bu kadar çabuk iyileşemezdim.
"Antropolog olman işimize gerçekten yaradı." Diyerek espri yapmaya çalışmıştım ama Mathius dilini dışarı çıkarıp yüzünü buruşturdu. Bu hali beni güldürmüştü. Ayağa kalkıp elindeki şişeleri duvarın üzerindeki birinci rafa koydu.
Bacaklarımı yatağın kenarından sarkıttım. Mathius hazırladığı kremi alıp yanıma geldi. Bana yaklaştırarak gösterdi.
Burnumu kreme yaklaştırıp kokladım. Güzel kokuyordu. Vanilyamsı bir kokusu vardı.
"Brandon vanilya kokusunu çok sevdiğini söyledi."
"Burada vanilyayı nereden buldun?" Dedim şaşırarak. Gülümsedi.
"Brandon yanında vanilya yağı taşıyormuş. Birkaç damla kullanmamı rica etti."
Evet, Brandon vanilya kullanırdı. Kendi de vanilya kokuyordu. Onun böyle kokması hoşuma gidiyordu.
Kulübenin kapısı açıldığında ikimiz de aynı anda o tarafa döndük. Brandon içeri girip ardından kapıyı kapadı. Saçları nemli gibiydi.
"Yağmur mu yağıyor?" Mathius benden önce davranmış, aklımdaki soruyu sormuştu.
"Yeni başladı." Üstündeki ceketi çıkarıp yanımıza yanaştı ve beni inceledi.
İki gündür bizimleydi. Hala aramız çok iyi olmasa da idare ediyorduk. Ona ve kendime hala öfke duyuyordum. Bildiklerimizi ve yaşadıklarımızı birbirimize anlatmıştık ama bu ona karşı öfkemi çok hafifletmemişti.
Tabi Mathius'a soğuk davranması ve ondan hoşlanmadığını belli etmesi de beni geriyordu. Mathius'un etrafımda olması onu rahatsız ediyordu. O kızı dibinden ayırmadığı ve gerçekten bir ilişkisi olmadığını savunduğu halde Mathius ve benim normal olan arkadaşlığımızı sorun haline getirmişti. Mathius'la kısa bir süre önce tanıştığımı hatırlatıp duruyordu.
"İlaçlarını içtin mi?" Başımı sallayarak onu onayladım. Bakışlarını Mathius'a çevirdi. "Merhemi hazırladın değil mi?" Mathius elindeki ufak kutuyu Brandon'a uzattı. Brandon kutuyu alıp yanıma oturdu.
"Mathius bize izin verir misin?" Dediğinde kaşlarımı çatarak Brandon'a baktım.
"Yağmur yağıyorken dışarı çıkmasını mı istiyorsun?"
"Daph, sorun değil. Kadim dostumun yanına gidebilirim." Diyerek kapıya doğru yöneldi. Başımı iki yana sallayarak hışımla ayağa kalktım.
"Hayır, Mathius. O bir ejderha ama sen insansın. Hava soğuk üşütmeni istemiyorum."
"Edis, onu bırak. Nereye istiyorda gidebilir. Sonsuza kadar yanımızdan gitmesini istemedim." Brandon'a döndüm.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
THE VISION-Mystic Truths (GÖRÜŞ-Mistik Doğrular)
FantasyHayatın karşımıza neler çıkarabileceğini asla tahmin edemeyiz. Yaşadığınız, yaşıyor olduğunuz ya da yaşayacağınız olayların sizin yaşınızla, ruh sağlığınızla ya da olgunluğunuzla hiçbir alakası yok. Yokmuş. En azından hayat bunun bir örneğini bana y...