~Mathius'un ağzından~
Ağır bir kayanın altında başım eziliyormuş gibi hissediyordum. Sanki sürekli bir uçurum kenarından düşüp ölüyor sonra tekrar diriliyor ve tekrar o uçurumdan düşüyor gibiydim.
Kendimi Prometheus gibi hissediyordum. Sanki bir kartal karaciğerimi yiyor ve ertesi gün karaciğerim yeniden oluşuyordu. Sonra kartal tekrar geri gelip beni delik deşik ediyordu.
Acım nedense hala tazeydi.
Beira'nın yasını bu kadar uzun tutacağım, onu öldürmek isterken aklımın ucundan bile geçmezdi. Şimdiyse içimde küçülmesi gerekirken giderek büyüyen bir yaraya dönüşüyordu.
Zorla da olsa acımı bir kenara bırakıp savaş için hazırlanmaya devam ediyordum. Daph'e ve Brandon'ın emeğine sırt çevirmek istemiyordum. Ve tabi kendi emeğime de...
Biraz sessizleşmiştim. Acım enerjimi biraz tüketiyordu. Kendimi büyülerime vermiştim. Sürekli kitaplarımı karıştırmıştım. Kendimi o kadar kaptırmıştım ki Morrigan'ı etkisiz hale getirecek iksirin nasıl yapılacağını bulmuştum.
Kirke rüyamda yanıma gelmişti. Bana tanrılara işleyecek olan büyünün sözlerini fısıldamıştı. Daha sonra da yanıma ne olduğunu bilmediğim bir bitki bırakmıştı. Bu bitki bizim dünyamızdaki bitkilerden farklı görünüyordu. Sanki ışıktan yapılmış gibiydi. Gövdesi, yaprakları, çiçeği hepsi ışıktandı ve parlıyordu. Elime alır almaz anlatamadığım kokusu etrafımı sarmış beni rahatlatmıştı.
Bu çiçeği, Ambrossia tozundan yapılmış nektar ile karıştırarak bana fısıldadığı kelimeleri söyleyecektim. Sonra iksir tamamlanmış olacaktı. Tek sorun bunu Morrigan'a nasıl içirecektim?
"Bu kadar sessiz kalmana alışkın değilim." Brandon'ın sesi ile birlikte bakışlarım kapıya yöneldi. Başımla ona selam verdim.
"Ne zamandır oradasın?"
"Aynı sayfası açık olan kitaba dalıp gittiğin zamandan beri." Diyerek tebessüm etti ve yanıma gelip oturdu. "Acını anlayabiliyorum."
Kitabı kapattıktan sonra bakışlarımı ona çevirdim. Sessiz kalmak en mantıklısıydı. Bu konuyu konuşup canımı biraz daha sıkmak istemiyordum.
"Onunla gerçekten bir ilişkim yoktu." Brandon, ellerini kucağında birleştirmiş ve bakışlarını ellerine kenetlemişti. Bana açıklama yapmak zorunda mı hissediyordu? "Kötü ile öylesine harmanlanmıştı ki Morrigan'a ulaşıp, yerini bulmuştu. Formaliteden yanında duruyor, bilgi toplamaya çalışıyordum." Başını iki yana salladı. "Ben sadece bir Druid'im. Görevim kâhin damgalamak ve koruyucu olmak. Edis ya da senin gibi psişik güçlerim çok gelişmiş değil. Ne bir vizyon görebiliyorum ne de büyü yapabiliyorum. Bu yüzden sizin kadar hızlı bilgi toplayamıyordum."
"Brandon, bunun bir önemi yok."
"Yalan söylemeyeceğim, sizi öyle gördüğümde aklıma Edis gelmişti." Bu sefer keskin bakışlarını bana çevirdi. Artık elleriyle oynamıyordu. "Sevdiğin birinin acı çekip, ona kötülüğün dokunmasındansa onu öldürmeyi bile göze alabiliyorsun. Hiç düşünmeden. Ona neden bunu yaptığını anlayabiliyorum."
"Onu ben öldürmedim." Diyebildim sadece. Yutkunduktan sonra devam ettim. "Onu öldürmemi istedi. Acı çekiyordu. İsteğini yerine getirdim."
"Doğru olanı yaptın Mathius. Apollon, Kirke ya da Emrys, hiçbiri sana karşı öfke duymayacaktır. Sen onlara karşı günah işlemedin."
"Brandon, onu öldürmeyecektim. O an ne oldu bilmiyorum." Başımı ellerimin arasın aldım. "O an, o an hızlı bir karaltı belki bir gölge geçip ona dönüşü olmayan zehirli bir ok attı. Bu oku insanlar kullanamaz. Kullansa bile mutlaka bir bedel ödemeli."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
THE VISION-Mystic Truths (GÖRÜŞ-Mistik Doğrular)
FantasyHayatın karşımıza neler çıkarabileceğini asla tahmin edemeyiz. Yaşadığınız, yaşıyor olduğunuz ya da yaşayacağınız olayların sizin yaşınızla, ruh sağlığınızla ya da olgunluğunuzla hiçbir alakası yok. Yokmuş. En azından hayat bunun bir örneğini bana y...