Bölüm 66

9.6K 557 61
                                    

"... Yıldızlara doğru düşüyorduk, düşüyorduk.
Belki de, belki de artık çok geç.
Parçalanmış, parçalanmış sana karşı aşkım.
Gerekli mi, gerekli mi bir yerlerde saklanmak.
Parçalanmış, parçalanmış sana karşı aşkım.
Benim aşkım...   "


Bağlandığın bir insandan ayrılmanın vermiş olduğu duygularla sanki hayatına bundan sonra devam edemeyecekmişsin gibi hissetmeye başlıyorsun. Sanki ondan önce hiç yaşamamışsın da onunla birlikte gözlerini dünyaya açmışsın gibi geliyor. Benim içinde Kuzey, yıllardır bulamadığım hatta bulduğumda bile inanamadığım biriydi. Kendimi İzmit'e attığım anda hayatıma giren bu adam sanki bütün bir hayatım boyunca yanımdaymış gibi hissettirmişti bana. O yüzden şuan olup bitene hâlâ inanamıyor, bu kabusun sonunda biteceğini düşünüyordum. Ama maalesef düşündüğüm gibi olmuyordu.Ben her sabah yine aynı kalp kırıklarıyla uyanıyor, aynı duygularla yanıyor ve günün sonunda tekrardan kalbim,duygularım delik deşik bir şekilde yatağa yığılıyordum. Biri bana gelip ileride erkeğin birine aşık olacaksın ve sen fark etmeden o senin her şeyin olacak deseydi, gülmeyi bir kenara bırakır arkamı dönüp ne söylediğini bile düşünmeye tenezzül etmezdim. Ama şuan hissettiğim şeyler bana her şeyin olabileceğini gösteriyordu. Her şeyi en başından yaşamaya başlıyor, her yerde Kuzey'in yüzünü arıyor, onunla geçirdiğimiz zamanlar aklıma gelip duruyordu. Ayrı olduğumuzu bilsem bile, bir köşe başında karşılaşacağımızı ve ben kendimi kaybedip yine kendimi onun boynuna atacağımı biliyordum. Ama bir tarafım hâlâ onun duygularımda bıraktığı depremin enkazı altında can çekişiyordu. Evet, Kuzey benim bile düşünemeyeceğim bir şiddetle bütün duygularımı yerle bir ettiğinde bir tarafım hâlâ onu affetmem gerektiğini söyleyip duruyordu. İçimde kendi kendime verdiğim savaşlarla ayakta durmaya çalışan bu duygularımı, artık hiçbir şey mutlu etmiyordu. Ne yıllardır konuştuğum insanlar ne dinlediğim müzikler ne de okuduğum kitaplar... Hiç biri beni eskisi kadar mutlu etmiyordu.

Yataktan yavaşça doğrulduktan sonra Rime'nin mamasını koyup banyoya gittim. Aynadaki yüzüme biraz bakıp yine her günün sabahında olduğu gibi yüzümde beliren hüznü suyla yıkamayıp götürmeyi denedim. Üzerime eşofmanımı geçirdim, çantamı da aldıktan sonra mutfağa doğru yürüdüm. Kuzey'le ayrılmamızdan sonra geçen iki hafta boyunca her sabah yaptığım gibi spor salonuna gitmek için bir şeyler atıştıracaktım. Kafamı dağıtmasını umduğum için dövüş derslerine devam etmiştim ve bu konuda da epey bir yol kat etmiştim. Artık eksinden daha iyi bir şekilde kendimi savunabiliyor ve olası kötü durumları kendi çıkarıma çevirebiliyordum. İki saatlik ders boyunca tek düşündüğüm şey karşı tarafın bana karşı savurduğu yumruklar ve tekmeler olduğu için şanlıydım çünkü bu iki saat boyunca Kuzey ve diğer olumsuz düşünceler beni etkilemiyordu.

"Portakal suyunuzu sıkıyorum şimdi, siz geçip başlayın isterseniz." Dedi Özlem, benim mutfağa girdiğimi görür görmez.

Bende sandalyeyi çekip oturdum ve kahvaltı tabağımdakileri yemeğe başladım. Ben yine kendi sessizliğimde kahvaltımı yapmakla meşgulken Özlem'de portakal suyunu masanın üzerine bırakıp bir şey isteyip istemediğimi sordu. Bende kafamı sallayarak istemediğimi belirttim.

"Günaydın oğlum." Annem yanımdaki sandalyeyi çekip oturduğu zaman tabağımda kalan son domatesi de hemen dudaklarımın arasına götürdüm.

"Günaydın ve görüşürüz." Dedim ve ayağı kalkıp portakal suyunu kafama diktikten sonra mutfaktan ayrıldım.

Haftalardır içinde bulunduğum buhranda annem ve babam benim her zaman yanımda olmaya çalışsalar da onları her seferinde bu konunun dışarısında bırakmıştım. Yıllardır bana karşı bu kadar düşünceli ve nazik olmamışlardı ama ben her ne kadar onlara içten içe teşekkür etmek istesem de bütün düşüncelerimin üzerinde kara bir bulut dolaştığı için tepkisiz kalmıştım. Annem ve babam dışında diğer herkese de aynı şekilde davranıyordum. Hatta Bartu bile içinde bulunduğum bu kötü durumdan beni defalarca kurtarmaya çalışsa da başarılı olamamış ve çocuk daha fazla dayanamayıp Eskişehir'e dönmüştü. Etrafımdaki herkes yavaş yavaş benden sıkılmaya ve gitmeye başladığı zaman kendimi daha huzurlu hissedecekmişim gibi düşünüyordum ama bu durum tam tersi bir şekilde karşıma çıkıyordu.
           Bahçede beni bekleyen Uğur'a yaklaştıktan sonra arabanın arka kapısını açıp içeri girdim. Çantamı yana  koltuğa bıraktım ve yine gözlerimi cama dikip sessiz bir şekilde spor salonuna doğru gidişimizi izlemeye başladım. Kuzey'lerin kapısının önünden geçtiğimiz zaman her zaman yaptığım gibi gözlerimi kapattım ve Ceren'le Kuzey'i aynı yatakta yakaladığım anı düşüncelerimin arasından çıkarmayı denedim. Bütün düşüncelerime işleyen bu görüntüyü atmam yine her zamanki gibi zor olsa da her sabah aynı şeyi deneyip duruyordum. O günden sonra Ceren'i bir daha görmemiş olduğum ve ondan intikamımı tam olarak almadığım için içten içe daha da sinirlensem de babasının kaçakçılıktan yakalandığı ve annesinin köyüne dönmek zorunda kaldıkları için az da olsa mutluydum. Her ne kadar bu olayda bir parmağım olmasa da onun bana yaptığı şeyin evren tarafından geri teptiğini ve onun hayatını etkilediğini bilmek içimdeki nefreti yavaş yavaş susturuyordu. Bu hayatta kimsenin yaptıkları şeyin bedelini çekmeden ölmeyeceğini bilmek bana güç veriyordu. Çünkü Ceren, bana yaptığını çok kötü bir şekilde ödemişti. Sırf bir intikam uğruna Kuzey'i kötü gününde yakalayıp onu kullanmıştı. Artık bu konu hakkında Ceren'nin rolünün büyüklüğünü anlayabiliyordum ama Kuzey'i hâlâ affetmiş değildim. O Savaş olayında beni dinlemek yerine hiçbir şey yapmamayı ve her zamanki gibi kendi kafasının dikine giderek her şeyi mahvetmeyi seçmişti. Daha öncede bir çok kez yaşadığımız bu kavganın sonunun bir yatağa kadar uzanacağı hiç aklıma gelmezken o gün tüm gerçekliğiyle karşımda duruyordu. Ceren'nin dudakları, sevdiğim adamın dudaklarına yapmışken...

Tuhaf Bir Evcilik OyunuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin